Paylaş
Rich Kids of Instagram (Instagram’ın Zengin Çocukları) fenomeninden sonra, bizimkilerin de Rich Kids of Turkey (RKOT) işine girdiğini duymuşsunuzdur. Fotoğraflar epey zevksiz haliyle. Çoğunlukla yata binerken “anlayamazsınız”lar, baba parasının aktığı Ferrari’ler, Vegas’ta popo ellemeler, Miami’de kumlara serilmelerden oluşuyor. Bazı gençlerin fotoğraflarla da belgelemeye ihtiyaç duyduğu gibi balya balya dolarları var ama asıl ilginç olan, nispeten ortalama harçlığıyla Dan Bilzerian’lığa soyunanlar. Olmuyor da değil. Olduruluyor bir şekilde. Puronun dandiği bulunuyor, elbet bir deniz manzarası uyduruluyor, elalemin lüks arabasına sinsi gibi yaklaşılıp selfie patlatılıyor, arkadaşı zengin olanın Lucca’daki masasına çöken pek sırıtmıyor. Yancılık geçer akçe RKOT ortamlarında. Üstelik başkasının rüzgarıyla yetinenlerin hayatı gerçek zenginlerden daha ilginç.
‘Bu Tarz Benim’ de parasız zenginlerin hayallerinin gerçek olduğu o büyülü diyar işte. Yarışmacı Özden’in Norah Jones konserine değil de ‘after party’sine gitmesi bu yüzden. Partilere gitmek yerine mütemadiyen ‘davet edilmeleri’ de ancak burada mümkün. Sanat galerisi, 1908 model otomobil olan müze, klasik müzik resitali, bale ve Kuruçeşme’de balıkla son bulan bir peri masalı. İçi şöhret ve yağmur gibi yağan paracıkların şehvetiyle yanan genç genç kadınlar.
Yancı milyonlar nihayet başrolde
Bana kalırsa caps’lene caps’lene suyu çıkan Nurella’nın da öyle fazla bir etkisi yok programın başarısında. Yüzyıllar boyu yancı olan milyonların sonunda başrole çıkmalarıyla ilgili ferahlama asıl ilgimizi çeken. O hayalgücüne şaşıp kaldığımız kızlar, stüdyoya gelmeden önce parasız zengini oynuyorlardı. Topuklu ayakkabının kırmızı tabanlısını alıp Louboutin’mış gibi yaparak, Ortaköy’deki gece kulüplerinde geceyi suyla geçiştirerek, çakma çanta konusunda uzmanlaşarak... Kötü burun estetikleriyle “bibibi” diye konuştuklarının farkına varmadan şöhret peşinde koştular. Paralı hırboları önemsemek zorunda kaldılar. Bir ünlüyü uzaktan tanıyor diye o çekilmez kızla ‘tatlişkoluk’ münasebetine girdiler.
Henüz Maçka’da yemek yemediler, Milano’ya alışverişe gitmediler, hiçbir film galasına davet edilmediler. Şarkıcı, sunucu, oyuncu, model de olmuş değiller. Ama tek, yegâne, biricik amaç buysa, o da olur.
Şimdi Yeni Türkiye’nin ışık hızıyla muhafazakârlaşmasından, kültürel alışkanlıkların ve yaşam tarzının değişmesinden bahsediyoruz ya… Bu kızların tarafından bakınca öyle görünüyor ki, hâlâ özenilen şey piyano-Fransızca-bale üçlüsü. Hâlâ pahalı yemekler, havalı içkiler, sanat ortamları, defileler, gece hayatı, Avrupa seyahatleri hayal ediliyor. Asistanlar, şoförler, terziler bu küçük külkedilerinin zihninde ziller çalıyor. Programın insan beynine etkisi lobotomiye (beyindeki ön loblara uygulanan bir cerrahi işlem) eşdeğer olsa da, ‘Bu Tarz Benim’ stüdyosu saçmasapan hayaller kurulabilen tek yer.
Tüm ucuzluğuna, hepimizi “moralmen” çökerten boşluğuna rağmen televizyonda artık hiç olmayan absürtlüklerin hayatta kaldığı son liman.
Arkada çalan bütün hip hop şarkılarında sözler şampanyaların koca popolardan aktığını söylerken bunlar göbek atsın. Bir yandan podyumda ajan olma hayaliyle yürüsün, diğer yandan Rahmi Koç Müzesi’nden, Nişantaşı galerilerine aksın. İçe kapanmanın tam tersi çocukça bir hevesle çiçek gibi dışarı açılma hali bu. Flamenko eteklerinin, Lady Gaga kostümlerinin, fetiş objelerin hayatta ciddiye alındığı tek mekân. “Aman ne boş işler”, “Üff çok salak” filan demeden iki kanalda birden bu deliliği bir süre daha izlemeye devam edin. -Mış gibi yapanların paha biçilmez zaferine şahit olun.
Paylaş