Oruç başına vurmuş olmalı

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’a bu ramazan yaramadı. Belli ki o da tıpkı Bülent Arınç gibi "orucun etkisiyle" aslında hiç söylememesi gereken şeyleri söyleyebiliyor.

Eğer böyle olmasaydı şu son "Bakıyorsunuz bayram adını değiştirdi. Ne oldu bayramın adı: Tatil. Olmaz. Adını başka türlü de değiştirmişler şimdi. Şeker Bayramı. Ne Şeker Bayramı, bu dört dörtlük Ramazan Bayramı! Buna kültürel erozyon denir" sözlerini söylemezdi.

Bütün dini kaynaklar, bayramların yüce duyguların coştuğu sevinç ve neşe günleri olduğunu vurguluyor. İnsanları bir araya getiren, ayrılıkları unutturan güzel bir vesile olarak tanımlıyor.

Başbakan’ın yaptığı buna uyuyor mu?

Bu bayrama Türklerin bir bölümü çok uzun süredir "Şeker Bayramı" diyor. Türklere özgü, bayramlarda misafirlere şeker ve tatlı armağan etme geleneğinin bir sonucu bu ve bugün ortaya çıkmış bir şey değil. Bu nedenle, Başbakan’ın işaret ettiği türden bir kültürel yozlaşma diye de tanımlanamaz. İsteyen Ramazan Bayramı der, isteyen Şeker Bayramı, kime ne?

Başbakan bu konularda fetva verecek dini bir merci midir?

Üstelik bu bayrama dünyanın değişik yerlerindeki Müslümanlar farklı isimler de veriyorlar.

Araplar "İyd el-Fitr" diyorlar. Ramazanın bitimiyle birlikte yapılan ilk sabah kahvaltısından alıyor adını.

Malezya, Endonezya
gibi ülkelerin de kendi dillerinde bu anlama gelen bir ismi var bu bayramın.

Müslümanlık ile ilgili gelenekler kökenini Arap bir geçmişten aldığı için bu bayrama mutlaka dini geleneğe uygun bir isim verilecekse "fitr bayramı" demeyi gerektirmiyor mu?

Başbakan’ın bayramın adını bile bir ayrımcılık nedeni haline getirme çabası, bayramın ruhu ile örtüşmüyor.

Kim ne isim verirse versin, önemli olan bu bayramın aramızdaki ayrılıkları bir kez daha düşünmemizi sağlayacak fırsatı veriyor olmasıdır.

Başbakan’dan beklememiz gereken de budur: Bayramın ismi üzerinden yeni bir kamplaşma yaratması değil.

Bir evde 9 saatlik arama!

TUNCAY Özkan’ı gözaltına alan polisler, evinde 9 saate yakın arama yapmışlar. Neler bulmuş olabileceklerini gerçekten çok merak ediyorum.

Tuncay Özkan’ı yakından tanırım, arkadaşımdır.

İlhan Selçuk, Doğu Perinçek gibi isimlerin gözaltına alındıkları tarihte, yani neresinden bakarsanız aylar önce, "Beni de gözaltına alırlar" dediğine göre, bugünü de tahmin etmiş olmalı.

Her an tutuklanacağını düşünen bir insan, tutuklamayı haklı çıkaracak bir belge vs evinde bırakır mı?

Doğrusunu isterseniz sanmıyorum. Büyük olasılıkla aramanın 9 saate yakın sürmesi de bundan kaynaklanıyor. Evde ne var ne yok alınıp, tutanağa bağlanmış!

Yani yeni iddianamenin "ekleri" de yüzlerce klasör tutacak.

Savcılığın, ilk iddianamesinin eklerinde titiz bir ayıklama yapmadığını biliyoruz.

Konuyla ilgisi olmayan telefon konuşmalarından, ÖSS sorularına kadar bir sürü kafa karıştırıcı belge! Ergenekon isimli örgütün neler yaptığını, neler planladığını, örgütün nasıl işlediğini, kimin komutan, kimin örgüt üyesi olduğunu öğrenmemiz elbette çok önemli.

Ancak mahkemenin böyle karışık bir dosyadan, gerçeği bulup çıkarması o kadar kolay olmayacak çünkü savcılığın mahkemenin işini kolaylaştıracak ayıklamaları yapmadığı ortada.

Başından beni bunu söylüyorum: Bu davanın uzaması ve yıllara yayılması, gerçeğin ve suç varsa gerçek suçluların ortaya çıkmasını engelleyecek.

Bir fırsat kaçmış olacak.

Metal ağaçlar hangi şirketten alındı?

GEÇENLERDE elime geçen bir anket (Political Researcher Strateji Geliştirme Merkezi isimli bir kuruluş tarafından yapılmış) AKP’nin "kendi zenginini yaratma çabası içinde olduğuna inananların" oranını yüzde 57,5 olarak gösteriyor.

Hiç şaşırtıcı bir sonuç değil.

AKP iktidara geldiğinden beri belli bir kesimdeki zenginleşmenin gözlerden saklanabilmesi de mümkün değil çünkü.

Ve AKP’yi yiyip bitirecek olan da bundan başka bir şey değil.

Hayatları değişecek umuduyla AKP’ye oy verenler, yardım paketleri ile avunurlarken çevrelerindeki bazı kişilerin ani zenginleşmelerini görmüyor olamazlar çünkü.

Bunun mutlaka "yolsuzluklar" ile gerçekleşmesi de gerekmiyor.

İşleri istediklerine ihalesiz veren belediyelerin kimleri tercih ettiklerine bakın yeter. Mesela, Erzurum’da Lala Paşa Camii’nin çevresinde kesilen ağaçlar ilginç bir örnek oluşturabilir.

Yarım asırlık 11 ağacı kesen belediye, onların yerine ışıklı ve görünümleri ağaca benzeyen metal direkler dikmiş.

İddiaya girerim ki o direklerin alındığı firma, AKP’ye yakın bir işadamına ait çıkacaktır.

Tıpkı, Gaziantep’te, o kadar işadamı dururken, rant getirecek bir arazinin İskenderunlu bir AKP’li işadamı tarafından kapatılmasının tesadüf olmadığı gibi!
Yazarın Tüm Yazıları