Matematik diye bildiği şey, beş parmak hesabından ibaret olan milletin vekili sallamaya devam ediyor:
"1.5 milyar dolara satmış."
Hayır, 1.1 milyar dolara satmış.
Aradaki fark 400 milyon dolarcıkmış, ne fark eder ki...
O palavra da kesmiyor, torbadan üçüncü tavşanı çıkarıyor.
"Bankayı İş Bankası kredisiyle almış."
Sanki suçmuş gibi bunu göğsünü şişire şişire anlatıyor.
Medyada İş Bankası’ndan kimler kredi kullanmış bir listesi çıksa, suratı kıpkırmızı olacak ama o surat nerede.
Yerinde kösele duruyor.
İş Bankası kredisi diyor ya, İş Bankası’ndan o iş için alınmış tek kuruş kredi yok.
* * *
Diyorum ya, iki cümle, üç asırlık çam.
Ama almışsın önüne partilileri...
Arkanda genel başkanının boykot çağrısı, "Bu gazeteleri evinize sokmayın" emri.
Şeyh emretmiş, mürit altında kalır mı.
Şeyh vur dediyse, sen öldüreceksin.
Yalakalığın bir numaralı raconu budur.
Nasılsa dokunulmazlık zırhın var; ne hukukun, ne şeriatın keseceği parmak, akıtacağı tek damla kan var.
Başbakan saldırıyı kesti.
Ama partisinin ilçe kongrelerinde durumdan vazife çıkaranların iftiraları çığ gibi büyüyor.
Eline satırı alan gazeteleri, gazetecileri, sahiplerini pırasa gibi doğruyor.
Yıllarca askerin elindeki silah gücünü kullanarak siyasete müdahalesini tartıştık.
Şikáyetçi olduk.
Peki o demokrasiye müdahale oluyor da, elindeki bütün devlet gücüyle muhalif gördüğünüz medyanın üzerine çullanmak; dokunulmazlık zırhının arkasına saklanıp oradan etrafı taramak; sevmediğin, kızdığın medyanın canına kastetmek; öldürmeye, yok etmeye tam teşebbüste bulunmak çok demokratik bir davranış mı oluyor?
İsterseniz açalım kara kaplı Kopenhag defterini, bakalım.