Aklı fikri kelepçede

NE diyor AKP milletvekili:"Bir sabah 6.00’da polis, Aydın Doğan’ı evinden alıp götürse benim için şaşırtıcı olmaz."

Olmayacağı kesin.

Hatta cümleyi şöyle tamamlaması lazımdı:

"Benim için sevindirici olur."

Avrupa Birliği’ne üye olmak için müzakereleri sürdüren Türkiye’de kendini bilmez bir milletvekilinin açtığı "Kopenhag chapter"ını görüyor musunuz?

Polis, ülkenin en büyük medya grubunun sahibini sabah evinden alıp götürürse, zevkinden ölecek.

Genel başkanı hiç olmazsa "Boykot" deyip duruyor.

Demokrasi böyle bir ayıbı bile kaldıramayacakken, arkadaş orada da duramamış.

"Takın kelepçeyi götürün" diye tam tam çalıyor.

* * *

Bir başka AKP milletvekiline bakıyorum.

Aydın Doğan, Dışbank’ı on kuruşa almış, bir ay sonra 1.5 milyar dolara satmış.

Üstelik bunu da İş Bankası kredisi ile yapmış.

Okuduğunuz zaman "Vay canına" diyorsunuz, "Bu kadarı da olmaz."

Bu hesapla, bir ayda, İş Bankası eliyle tam 1 milyar 400 milyon dolar götürülmüş değil mi?

İyi de bunun neresini düzelteceksin?

Arkadaş, eciş bücüş iki cümlede, asırlık üç çam devirmiş, ne gam.

Üç muazzam iftira atmış, kime keder.

Hangisini tekzip edeceksin? Neresinden düzeltmeye başlayacaksın.

"Bir ay sonra sattı" diyor ya...

Aydın Doğan,
Dışbank’ı aldıktan tam 11 yıl sonra satmış.

Arada 10 yıl 11 ay var...

Arkadaşın iftirası böylesine kuyruklu, böylesine pespaye.

Matematik diye bildiği şey, beş parmak hesabından ibaret olan milletin vekili sallamaya devam ediyor:

"1.5 milyar dolara satmış."

Hayır, 1.1 milyar dolara satmış.

Aradaki fark 400 milyon dolarcıkmış, ne fark eder ki...

O palavra da kesmiyor, torbadan üçüncü tavşanı çıkarıyor.

"Bankayı İş Bankası kredisiyle almış."

Sanki suçmuş gibi bunu göğsünü şişire şişire anlatıyor.

Medyada İş Bankası’ndan kimler kredi kullanmış bir listesi çıksa, suratı kıpkırmızı olacak ama o surat nerede.

Yerinde kösele duruyor.

İş Bankası kredisi diyor ya, İş Bankası’ndan o iş için alınmış tek kuruş kredi yok.

* * *

Diyorum ya, iki cümle, üç asırlık çam.

Ama almışsın önüne partilileri...

Arkanda genel başkanının boykot çağrısı, "Bu gazeteleri evinize sokmayın" emri.

Şeyh emretmiş, mürit altında kalır mı.

Şeyh vur dediyse, sen öldüreceksin.

Yalakalığın bir numaralı raconu budur.

Nasılsa dokunulmazlık zırhın var; ne hukukun, ne şeriatın keseceği parmak, akıtacağı tek damla kan var.

Başbakan saldırıyı kesti.

Ama partisinin ilçe kongrelerinde durumdan vazife çıkaranların iftiraları çığ gibi büyüyor.

Eline satırı alan gazeteleri, gazetecileri, sahiplerini pırasa gibi doğruyor.

Yıllarca askerin elindeki silah gücünü kullanarak siyasete müdahalesini tartıştık.

Şikáyetçi olduk.

Peki o demokrasiye müdahale oluyor da, elindeki bütün devlet gücüyle muhalif gördüğünüz medyanın üzerine çullanmak; dokunulmazlık zırhının arkasına saklanıp oradan etrafı taramak; sevmediğin, kızdığın medyanın canına kastetmek; öldürmeye, yok etmeye tam teşebbüste bulunmak çok demokratik bir davranış mı oluyor?

İsterseniz açalım kara kaplı Kopenhag defterini, bakalım.
Yazarın Tüm Yazıları