Oh! Hayatım kurtuldu

KİM bilir kaçıncı defa yazıyorum.12 Eylül sabahı, Varan otobüsünde İzmir’e girerken, şoför radyoyu açtı.

İhtilal bildirisi okunuyordu.

İlk hissiyatım şu oldu:

"Oh hayatım kurtuldu..."

Bu samimi itirafı yaptığım için, epey küfür yedim.

Hiç fark etmez.

O, benim hissiyatımdı ve bu hissiyatımı en samimi şekilde itiraf etmekten kimse beni men edemez.

* * *

Aynı duyguyu geçen cuma akşamı yeniden yaşadım.

Ergenekon iddianamesini okurken, o tanıdık, akraba ses yine içimden yükseldi.

"Oh hayatım kurtuldu."

İddianameye eklenen bazı belgeleri, bazı kişilerin evlerinde bulunan hakkımızdaki fişlemeleri, bize yapıştırılan etiketleri görünce, bu düşünceye geldim.

En çok "misyon" duygusundan korkarım.

"Vizyon" benim için ne kadar büyük insanlık erdemiyse, "misyon" da o kadar ürkütücü bir şeydir.

Hele hele, "Misyon, din ve milliyetçilik duygularının üzerine eklenmişse, orada herkes için çok ciddi bir tehdit oluşur.

Rahip Santoro ve Hrant Dink’in öldürüldüğü günden beri aynı şeyi düşünüyorum.

Türkiye’nin gerçek derdi, "derin devlet" vesaire gibi efsanelerden çok, kendine misyon yüklemiş çetelerdir.

Ben bunu söyledikçe, Cumhuriyet’le hesaplaşma merakı olan çevrelerde bir telaş başlıyor.

Beni, "olayı küçültmekle" suçluyorlar.

Hayır, tam aksine olayın ciddiyetini anlatmaya çalışıyorum.

Böyle çeteler, darbe falan yapamaz.

Ama ülkeyi darbe yapılmıştan beter hale getirebilirler.

Darbe yapamazlar ama kendi kendilerince "hain", "ajan", "şucu bucu" ilan ettikleri insanları rahatlıkla öldürebilirler.

Bu nedenle şu iddialı sözü rahatlıkla telaffuz edebiliyorum.

Ergenekon davası, rejimden çok, ülkenin yazarı, çizeri, işadamı, siyasetçisi, düşünürü için tehdidi ortadan kaldırabilir.

Kötü niyetli biri, bu sözlerimde "Egoist" bir mana çıkarabilir.

Hayır, ciddi, çok ciddi bir olaydan söz ediyorum.

O yüzden diyorum ki, Ergenekon iddianamesiyle ortaya konan tehdit ortadan kaldırılmak isteniyorsa, bu iddianameye taşıyamayacağı misyonlar yükleyip ideolojik bir çatışma malzemesi haline getirilmesini engellemek gerekir.

Çünkü sadece Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombalarla ilgili bölüm, çok ciddi bir olaydır.

* * *

Geçen pazar günü Hürriyet’in manşetinde iki rüşvet dedikodusu vardı.

"Dedikodu" diyorum, çünkü gerçekten dedikoduydu.

Bunlardan biri Başbakan Erdoğan’ın, Anavatan’la birleşmemesi için Mehmet Ağar’a 60 milyon dolar rüşvet verdiğiydi.

İkincisi ise Deniz Baykal’a 5 milyonluk rüşvet verilmesiydi.

Başbakan buna cevap bile vermedi.

Çok da doğru yaptı.

Baykal
ise dalga geçti ve "Eve gidince Olcay’a soracağım, bakalım o parayı nereye koymuş" dedi.

O da doğrusunu yaptı.

Mehmet Ağar ise çok alındı.

Kendisiyle uzun uzun sohbet ettik.

Bunun ciddiye alınacak bir şey olmadığını söyledim.

Aklı başında kimsenin iki kişi arasında geçen bu geyik muhabbetine inanmayacağını, ciddiye almayacağını anlattım.

Öyleyse niye manşetinizde?

İşte bu noktada sorulması gereken asıl soru şudur:

"Bu deli saçması niye iddianamede..."

MİT’in 100 kere yalanladığı, Uğur Mumcu’yu İsrail öldürttü diyen sahte belge niye iddianamede.

Yüzlerce insanın adı gereksiz yere niye iddianamede.

* * *

Bu soruları soruyorum, çünkü bu iddianamede yer alan çeteleşmeyi kendi hayatıma tehdit olarak algılıyorum ve o ilişkilerin mutlaka ortaya çıkarılmasını istiyorum.

O yüzden de iddianamenin üzerine yapışan o ideolojik kılıfın, iğreti duran o misyon duygusunun çıkarılıp atılması gerektiğine samimi olarak inanıyorum.

Sanıyorum mahkemenin asıl görevi bu olacaktır.
Yazarın Tüm Yazıları