İçerden yeni dedikodular

DÜNKÜ dedikodu yazım büyük ilgi gördü."İçerden" aktardığım bir dedikodu, dün iş ve hukuk çevrelerinde epey tartışıldı.

Bu arada Başbakanlık’tan ikinci bir açıklama geldi.

Mehmet Ali Birand ve benim yazılarımda anlatılanlarla ilgili açıklamanın üslubu çok dikkat çekiciydi.

Ben açıklamaya bir anlam veremedim.

İsterseniz birlikte okuyalım:

"Bugün Posta Gazetesi’nde Mehmet Ali Birand ve Hürriyet Gazetesi’nde Ertuğrul Özkök imzalı köşe yazılarında Sayın Başbakanımıza atfen yer verilen ifadeler de aynı çerçevede değerlendirilmektedir.

Yoruma konu yapılan meselelerin sohbet sırasında konuşulmuş olması, Sayın Başbakanımıza atfedilen ifadelerin doğru olduğu anlamına gelmemektedir.

Her şeyden önce Sayın Başbakanımız adına dil belirlemek ve ifade seçmek gazete yazarlarının ne görevi ne de hakkı değildir.

Not alınmayan ve kayıt tutulmayan özel bir sohbetin, izlenim sınırlarının dışına çıkan haberlere konu yapılması kabul edilemez. Aksi, gazeteciler tarafından Sayın Başbakanımıza atfen seçilen dil ve ifadelerin kabulü anlamına geleceği için bu açıklamanın yapılması zorunlu görülmüştür."

* * *

Gelin bu açıklamayı birlikte analiz edelim.

Başbakanlık yazdıklarımız için "Doğru değildir" diye bir ifade kullanmıyor.

Onun yerine, "Doğru olduğu anlamına gelmemektedir" gibi muğlak ve bağlayıcı olmayan bir ifade tercih ediliyor.

Başbakanlık Basın Danışmanı Akif Beki, bir dil uzmanıdır.

"Semiotik", "semioloji" gibi kavramları çok iyi bilir.

Dolayısıyla direkt ifade yerine, muğlak bir anlatımı tercih etmesi, ne kadar zorlandığını açıkça gösteriyor.

O nedenle hayatımda, yazımla ilgili hiçbir açıklamayı bu kadar büyük bir iç rahatlığı ile köşeme koymuyorum.

Ayrıca İstanbul ve Ankara’da yaşayan gazeteciler, yemeğe katılan gazetecileri tanıyanlar, hem Birand’ın, hem benim yazdığım şeylerin doğru olduğunu çok iyi biliyorlar.

İsterseniz yazımı yazarken dikkat ettiğim bir ayrıntıyı da burada anlatayım.

Bana gelen ilk bilgi, direkt yemeğe katılan bir kişiden değildi.

O bilgide, Sabah-atv ihalesi için Başbakan’ın, "Ben müdahale etseydim, 600-700 milyon dolara satılırdı" dediği belirtilmişti.

Bunun üzerine, yemeğe katılan iki kişiyi arayıp, bu ifadenin doğru olup olmadığını sordum.

Her ikisi de, "Hayır, 600-700 milyon dolar gibi bir rakam telaffuz etmedi" dedi.

Ama her ikisi de, dün yazdığım bilgiyi teyit etti.

Konuşma şehveti denen şey zaten budur. Bir şeyi söylersiniz, ama ertesi gün onu, kağıt üzerine yazılı görünce ürkersiniz.

* * *

Neyse, ben yine araştırmacı gazeteciliğime devam edeyim.

Yemeğe eşli davet yapılmış.

Bir de şunu öğrendim.

Çağırılacak gazeteciler listesini Başbakanlık yapmış.

O listede, daha sonra yemeğe katılanlardan birinin adı yokmuş.

Onu da ev sahibi Can Paker ekletmiş.

Ancak o ismi Başbakanlığa kabul ettirmede epey zorlanmış.

Bir ara kadınlar bir köşeye, erkekler başka bir köşeye çekilmiş.

Kadınlar, Emine Erdoğan’la sohbet etmişler.

Emine Erdoğan eşinden söz ederken hep "Başbakanımız" ifadesini kullanıyormuş. Bu arada üç çocuk meselesi de açılmış.

Emine Erdoğan da eşi gibi üç çocuğu savunmuş.

Bunun bilimsel bir izahı olduğunu, 2030’da Türkiye’nin nüfusunun azalmaya başlayacağını anlatmış.

* * *

Bazı gazeteciler, Başbakan’a üç konuda daha sertleşmesi tavsiyesinde bulunmuş.

"Anayasa değişikliği yaparak, Anayasa Mahkemesi’nin yetkisini azalt. Askerin daha çok üstüne git. Ergenekon’da çıtayı daha da yükselt."

Bunların akılsız dost mu, yoksa akıllı düşman mı olduğuna karar veremedim.

İçerden dedikodularım burada bitiyor.
Yazarın Tüm Yazıları