Erdoğan’ın kefeni

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, "Beyaz çarşafım hazır" diyerek...

"Bu akşam ölürüm / Beni kimse tutamaz" tarzında bir çıkış yaptı ya...

Bakıyoruz...

Bazıları "İşte yakayı ele verdi... Adam anayasal düzeni zorla değiştirmeyi kafaya koymuş... Bu nedenle asılmaktan söz ediyor" diye çıkış yapıyorlar...

Sanki bu topraklar, "siyaseten katl" denilen olgunun kurumsallaştığı topraklar değilmiş gibi...

Sanki bu memlekette "Köpek davası / Bebek davası" falan denilerek bir başbakan, iki bakan asılmamış gibi...

Sanki burada siyaset yapmak, sonu ölümle bitebilecek tehlikeli mi tehlikeli bir macera değilmiş gibi...

O zaman soralım:

Adnan Menderes, ölmeyi hak edecek işler mi yapmıştı?

27 Mayıs’a ölümüne destek olanlar bile iş Menderes’in asılmasına gelince, "O ayrı bir konu... Menderes’in idamı trajik bir olaydır" demiyorlar mı?

Yine soralım:

Bu ülkede kefenden söz eden tek başbakan Tayyip Erdoğan mı?

"Benim iki gömleğim var, biri idamlık, biri bayramlık" diyen Turgut Özal’a ne diyeceksiniz? O da mı anayasal düzeni zorla ilga edip bir "şeriat cumhuriyeti" kurmayı planlıyordu? Bu uğurda ölümü bile göze aldığını anlatmak için mi "idamlık gömlek" konusunu açmıştı?

Ayrıca...

Siz zannediyor musunuz ki, "Benim iki gömleğim var: Biri idamlık, biri bayramlık" sözü, ilk Özal tarafından söylenmiştir...

Bu topraklarda siyaset meydanına atılan her babayiğit, ölümü göze almak zorundadır... Ve "bayramlık / idamlık" benzetmesi de, işte böylesi bir zorunluluğun anonimleşmiş benzetmesidir.

Yine sazanlık yapacağım

HINCAL Uluç, Hürriyet Pazar’da Ayşe Arman’a verdiği röportajda şöyle diyor:

"Rahmetli babam, ’Oğlum şerefli adam yoktur. Fiyatı bulunamamış adam vardır’ derdi. Benim de fiyatımı henüz bulamadılar, o yüzden şerefli olmaya devam ediyorum."

Bu cümleleri okuduğumda şunları düşündüm: Bu türden bir baba öğüdüyle yetişen bir çocuğun, büyüyünce Hıncal Uluç gibi biri olmasına nasıl şaşırabiliriz ki? Hatta bu öğüt, "daha kötüsü"ne bile hazır olmamızı gerektirir... Bu yüzden Hıncal Uluç’un şu anki haline bakıp şükretmeliyiz.

Evet, bunları düşündüm ama asıl mevzu bu değil...

Mevzu şudur:

"Şerefli olmak" ya da "haysiyet sahibi olmak" demek, bir insanın ilkelerinden ve değerlerinden ne tür bir çıkar söz konusu olursa olsun asla ödün vermemesi demektir...

Çünkü insanın, hiçbir kayıt ve şart altında vazgeçemeyeceği değerleri vardır...

Oysa "Şerefli adam yoktur. Fiyatı bulunamamış adam vardır" anlayışı, şeref ve haysiyet gibi değerleri, bir fiyat skalasına indirgemektedir.

Bu anlayış, şerefsizliği "ucuza gitmek" olarak kodlayan bir anlayıştır.

Bu anlayışa göre...

Evet, "satın alınamıyorsun" ama senin satın alınamamanın temel nedeni, üzerinde titizlendiğin değerler değil... Kendini pahalıya sattığın için satın alınamıyorsun...

Yani...

Satın alınamamayı, değerler üzerinden değil de fiyat tarifesi üzerinden tarif ediyorsun.

* * *

Sevgili okurlar...

Yazının tam da bu noktasında feci sıkıldığımı fark ettim.

Felsefeyle yeni tanışmış, çalışkan ama ukala çocuklar gibi ilkesel cümleler yazıp soyut takılırken...

Yazının tam da bu noktasında "Ne yapıyorum ben yahu" deyiverdim.

Çünkü...

Son tahlilde "demode uyanıklığın kralı" olduğunu hepimizin gayet iyi bildiği Hıncal Uluç’un, "baba öğüdü" falan diyerek, o bildik Babıali numaraları çektiğini, son medya hengamesinde fiyat artırmaya çalıştığını gayet iyi biliyorum...

Ancak bunu bilmeme rağmen...

Sanki adamın kişisel çıkar savaşı söz konusu değilmiş gibi, oturmuş burada küçük Hıncal’a verilen baba öğüdünden yola çıkarak akıllı uslu felsefi analizler patlatmaya çalışıyorum...

Öf! Ben de gerçekten de bazen sazan gibi davranmıyor değilim hani!
Yazarın Tüm Yazıları