Yaradan’ın verdiklerini çalkalama hususunda

DÜNYANIN en büyük spor giyim markalarından Nike, 2008 bahar koleksiyonu için dev bir kampanya başlatmış...

Kampanyanın sloganı şuymuş: "Yes to shaking what your mama gave you." Yani... "Annenin sana verdiklerini çalkalamaya evet."

Bu sloganın ne türden bir reklam filmine zemin hazırladığını sanırım tahmin edebilirsiniz: İnsanı yerinden fırlatan, kanını kaynatan ritmik bir müzik ve gençlerin vücutlarını çalkalamaya uygun kısımlarını çalkalamalarına dayalı figürleri...

Buraya kadar sorun yok...

Sorun bundan sonra başlıyor:

Nike firması, Batılı ülkelere bu sloganın yer aldığı afişleri gönderirken, Türkiye için bir değişiklik yapmış.

Slogan Türkiye’ye şu şekilde uyarlanmış: "Yaradan’ın sana verdiklerini çalkalamaya evet."

* * *

Şimdi bu durumda "laiklik elden gidiyor" sanısının hákim olduğu çevreler, "Yine haklı çıktık" demesin de ne yapsın?

Nitekim diyorlar da...

"Ay şekerim, bizi deveyle seyahat ediyor sanıyorlar" şeklindeki o meşhur apolitik yakınma cümlesinden tutun da, "Alın size Türkiye’de yükselen İslami dalganın bir sonucu daha" şeklindeki daha bilinçli ve bilmiş yaklaşıma kadar...

Bir dizi görüş ortaya atılıyor...

Eğer bu görüşlere itimat edecek olursak...

Nike firmasının yetkililerinin olaya şöyle yaklaşmaları gerekiyor:

"Türkiye’de dinciler hákim... ’Annenin sana verdiklerini çalkala’ dersek ’yaradılış teorisi’ne aykırı bir yaklaşım sergilemiş oluruz... Başta Adnan Hocacılar olmak üzere dini bütün kesimler üstümüze çullanır. O yüzden ’daha imani’ bir cümle kuralım... ’Anne’ kelimesini çıkarıp ’Yaradan’ kelimesini kullanalım... Hem Burhan Çaçan kardeşimizin ’Yaradan’a kurban’ diye bir türküsü de var... Ona da atıfta bulunmuş oluruz."

Gerçekten de böyle olmuş olabilir mi?

Bilmiyorum... Bilemiyorum...

Ama bildiğim bir şey var:

İster "Annenin sana verdikleri..." denilsin... İster "Yaradan’ın sana verdikleri..." denilsin...

Değil mi ki her iki durumda da...

İşin sonu "çalkala yavrum çalkala" noktasına gitmektedir...

O halde Nike firması, bırakın "Yaradan’ın sana verdiklerini çalkala" demeyi...

Çok daha İslami, çok daha ihlaslı bir cümle kursa...

Mesela, "Esirgeyen ve bağışlayan Yaradan’ın..." bile dese...

"Yaradan’a kurban olanlar" nezdinde "sıfır prim" elde edecektir.

Çünkü "Yaradan"ın, "Ey kullarım, sizlere verdiklerimi çalkalayınız" diye bir buyruğu yoktur.

Kısacası Nike, o sloganı Türkiye için değiştirmekle...

İki kesime de yaranamayacaktır.

Laikler, "Yuh! Koca Nike dincilere yaranmak istiyor" diyecektir...

İslamcılar ise "Tövbe! Tövbe! Yaradan’ın adı çalkalamaya alet ediliyor" diyecektir.

Yani Nike’ın durumu, Ahmet Hakan’ın durumuna fena halde benzemektedir ki "Aman Allah kurtarsın" demekten başka elimden bir şey gelmez.

ATV’ye dizi olacak roman önerileri

MADEM Halide Edip’in "Sinekli Bakkal" adlı romanındaki "Yobaz İlhami" karakterinin elindeki tespih ile başındaki takke sorun oldu ve dizi yayından kalktı... O halde Samanyolu’ndan önce ATV’nin şu romanları dizi yapması için atağa kalkmasında sayısız fayda var:

OĞLUM OSMAN: Disko müziği... Dumanlı bir ortam... Kendini eğlenceye vurmuş gençler... Osman’ın bu sıkıcı mı sıkıcı atmosferden ihtida ederek kurtulmasının öyküsü... Osman’ın hacca gitmesi sahneleri için Suudi Arabistan hükümetinden izin koparılması gerekmektedir.

İSLAM TEKSAS’TA: Biraz daha fantastik bir dizi peşinde koşuluyorsa Oğlum Osman’ın yazarı Raif Cilasun’un "İslam Teksas’ta" adlı romanı bulunmaz bir fırsat... Bir kovboy kasabasının toplu ihtidası... Namaz kılan kovboylar, İslam’ı tebliğ eden silaha tövbeli eski silahşorlar, Kuran’a göre hüküm veren şerifler... Nasıl! Reyting tavan yapmaz mı?

MİNYELİ ABDULLAH: İslam’ı yaşadığı için zulüm gören bir gencin öyküsü... Hazır elde Berhan Şimşek’in başrolünü oynadığı bir sinema filmi de var... Oradan da yararlanılır... Hatta Berhan Şimşek, "Bıraktım CHP’yi... Ben artık İslamcı oldum" diye olay yaratan bir açıklama yaparak dizide başrol de oynarsa tadından yenmez.

HUZUR SOKAĞI: Kedi seven bir hacı amca, üniversiteli dindar bir genç, herkese yardım eden Hacı Nubar Terziyan, iyilik meleği Sami Hazinses... Öteki dünyadan dünyamıza gelmiş bir mahalle... Ve bu mahalleye bir gün apartman dikilir... Bundan sonra da dejenerasyon başlar... Bence varoşların gönlünün alınması için böyle bir hikáye bulunmaz nimettir.

ÇİÇEKLER SUSAYINCA: Kırsaldaki laik-dinci çekişmesi, imam/öğretmen üzerinden anlatılır... İmam iyi adamdır, öğretmen kötü adam... Ağalar, beyler, ırgatlar bu şablon üzerinden öyle bir anlatılır ki, bizim köy romanlarının klişeleri tersyüz edilir... Böylece en azından enteresan bir deneme yapılmış olur.

Dün güzel bir şey oldu

DÜNYANIN hiçbir üniversitesinde türban yasak değildir. Nokta.

Üniversite çağına gelmiş birine, "Sen şöyle giyin, sen böyle giyin" denemez. Nokta.

Üniversiteler özgürlüklerin yaşam alanıdır. Hiç kimse üniversiteye "yüksek lise" muamelesi çekemez. Nokta.

Üniversiteler bin çiçeğin açtığı, bin fikrin tartışıldığı, bin simgenin gösterildiği yerlerdir. Nokta.

O halde...

AKP ile MHP’nin üniversitelerde türban yasağının kaldırılması amacıyla vardığı mutabakat için gönül rahatlığıyla "Dün güzel bir şey oldu" yorumunu yapabilirim.
Yazarın Tüm Yazıları