Bir çizerin üç dönemi

1. MEMECAN DÖNEMİ: Plaza karikatüristi...

Özal’ın çocuğu... "Yükselen değerler" gazetesinin çizeri... Ailemizin biraz hınzır ama son tahlilde uslu, uyumlu ve terbiyeli çocuğu... Renkli / Amerikanca / Türkçe karikatürist... Sabahlamaz... Zıpır değildir... Apolitiktir... Politikacıları figüratif unsur olarak kullanır... Memleketi kovboy kasabası formatıyla anlatacak denli Amerikancıdır. Karikatüristlerin meteliğe kurşun attıkları olgusuna ilk son veren karikatürist... 80’lerin yükselen değeri... Sabah’ın alameti farikası...

2. MEMECAN DÖNEMİ: 90’ların ortasındayız. 28 Şubat olmuş... Herkes safını seçmiş... Ve bizim apolitik karikatüristimizin birden yüreği ışımıştır... Çıkış noktası çok basittir: Bir devlet, bir insanın giyimine ne karışır? Buradan yola çıkarak önce sessiz ve derinden, sonra açıktan bir tutum alır... O artık İslami basında karikatürleri "Helal olsun" çığlıklarıyla alıntılanan bir mücadele adamı haline gelmiştir... 28 Şubat’a destek veren dostlarıyla yolunu ayırmıştır. En sevdiği olay, eşi Nursuna ile birlikte şehrin mutena mekanlarında türban tartışması yapıp, beyaz Türkleri şaşırtmaktır. İnançları uğruna yalnız kalmayı göze alan bir adamın inatçı, temiz ve saf halidir bu...

3. MEMECAN DÖNEMİ: İki binli yıllar... Beyaz Türklerin arasında kendisini hayli yalnız hisseden karikatüristimiz artık "haklarını savunduğu" politikacılarla içli dışlı olmaya başlamıştır... Abdullah Gül kankasıdır... Eşi Nursuna da Hayrünnisa Hanım’la takılmaktadır... Dışişleri Bakanı Gül, resmi uçağıyla ünlü karikatüristi Avrupa’nın bir köşesinden bir başka köşesine taşımaktadır. Sonra başka dostluklar... Ali Babacan ve eşini Bodrum’da ağırlamalar... Çocukların çocuklarla tanışması... Tayyip Erdoğan’ın sempatisini belli etmesi falan... Ve sonunda Nursuna’nın milletvekili olması... Yani iktidara yakınlığın bozucu etkisi... Yani masumiyetin ve saflığın yok olması... Sonuç şudur: O şimdi hiç bıkmadan ve usanmadan Abdullah Gül’ü "Yeryüzünün en sempatik adamı" olarak çiziyor...

Beşir Bey’in el yazmaları

İÇİŞLERİ Bakanı Beşir Atalay, bundan 10 yıl önce, tipik bir merkez sağ kuruluşu olan Birlik Vakfı’nda bir toplantıya katılmış.

Bu toplantıda el yazısıyla hayli dağınık ve savruk notlar almış. 10 yıl sonra Beşir Atalay İçişleri Bakanı olduğunda...

Bu notlar, Yalçın Doğan’ın köşesinde yayınlandı. Demek ki birileri 10 yıl boyunca bu notları ellerinde tuttular ve Atalay İçişleri Bakanı olunca kullanıma sundular.

Yalçın Doğan bir gazeteci olarak tabii ki belgenin kaynağını açıklamak zorunda değildir.

Ancak... Doğan’ın yazısında "haberin kaynağı"na dair mühim bir ipucu yer alıyor...

Birlikte okuyalım:

"Kırıkkale Üniversitesi Rektörü Prof. Beşir Atalay görevinden ayrılıyor. Beş yıllık rektörlükten sonra, geride çekmeceleri kalıyor. Oradan çıkan bir not, günümüz İçişleri Bakanı Beşir Atalay hakkında objektif bilgi veriyor."

Dikkat ettiniz mi?

Yalçın Doğan, yayınladığı el yazısı nottan, "Çekmeceden çıkan bir not" diye söz ediyor.

Demek ki neymiş?

Beşir Bey’in çekmeceleri kontrol edilmiş... Bu el yazısı bulunmuş... 10 yıl saklanmış... Zamanı gelince de kullanıma sunulmuş.

Sunan kim mi? Kim olacak? Çekmeceyi karıştırma hakkına sahip olanlar...

* * *

Peki yayınlanan belgede Beşir Atalay’ın azılı bir irticacı olduğu mu kanıtlanıyor?

Ne gezer! Düşünün:

O Birlik Vakfı ki, Turgut Özal’a gönülden bağlı bir vakıftı...

Sağ muhafazakar kesimin aydınları, bu vakıf çatısı altında yıllarca Özalcılık yaptılar... En kızdıkları lider Erbakan idi...

Özal’dan sonra da Erbakan’ın yükselişini durduracak arayışa girdiler... Yani karşımızda irticacı bir kuruluş falan yok...

Beşir Atalay’ın notlarına gelince...

O notlarda en dikkat çeken ve kafa karıştıran ifade "Vakfa iman gücü temini" ifadesidir...

Ancak...

Notlara dikkatle bakılırsa Atalay, "Vakfa iman gücü temini"nden değil, "Vakfa insan gücü temini"nden söz etmektedir.

Yalçın Doğan’a hem el yazmasını bir kez daha kontrol etmesini, hem de bana güvenmeye devam etmesini tavsiye ederim.

Convers muhalefeti

"GENÇ siviller", gerçekten matrak çocuklar...

"Genç Subaylar Rahatsız" ifadesine karşı "Genç Siviller Rahatsız" ifadesiyle ortaya çıkmaları anlamlıydı.

Güzel, hınzır, etkili işler de yaptılar Allah için...

Darbecilik ve darbe özlemiyle kafalarını buldular.

Başkaları coplanıp gözaltında birkaç gün geçirmeyi göze alacak eylem türleri geliştirirken, bizim "cici çocuklar" öyle eylem yöntemleri buldular ki, herkes "Ay ne cici, ne şeker" tepkisi gösterdi.

Cop yok, gözaltı yok, yerde sürüklenme yok...

Şimdi de feci demode bir eylem yapmışlar. Abdullah Gül’ün arzusuyla Köşk’e davet edilen genç sivillerden bir arkadaş, ayağına Convers ayakkabı giyerek, sözüm ona asker postalına postasını koymuş.

İyi, güzel, şeker bir eylem ama işte yine sıfır riskli bir eylem...

Ayrıca: İktidarın bir kanadına posta koyarken, iktidarın başka bir kanadının kanatları altına girmek de cabası...

Kısacası ben biraz "kıl oldum" bu eylemden...
Yazarın Tüm Yazıları