Aldatılmışlık duygusunun çığlığı

SON günlerde yakın çevremdeki kadınlardan çok sık şu cümleyi işitiyorum:

"Kendimi çok yalnız hissediyorum."

Abartmıyorum, en az 30-40 kişiden bu cümleyi, aşağı yukarı aynı kelimelerle işittim.

Yine yakın çevremden başka sesler de geliyor.

Dün sabah, AKP’ye oy verdiğini söyleyen çok ünlü bir işadamı aradı.

"İki günden beri Bekir Coşkun’un ve öteki yazarlarınızın yazılarını ağlayarak okuyorum."

Etrafımda AKP’ye oy verdiğini söyleyen insanlar var.

Onlarda da aynı hava hákim.

Sanki sihirli bir el dokunmuş ve havaları bozulmuş gibi konuşuyorlar.

* * *

Bir sosyolog olarak bu duyguyu okumaya çalışıyorum.

Bazılarında yalnız kalmışlık, bazılarında ise daha ilk günden düş kırıklığı.

Demek ki toplumun bir bölümünde endişeler giderilmemiş, hatta yeni bir endişe kaynağı eklenmiş.

Oysa seçim akşamı hava biraz farklıydı.

Aynı insanların çoğu Başbakan Erdoğan’ın o akşam yaptığı konuşmadan sonra kendini rahat hissetmeye başlamıştı.

Öyleyse ne oldu da, bu hava yine değişmeye başladı?

Galiba Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı ısrarı...

Ne yazık ki Sayın Abdullah Gül’ün adaylığında ısrar edilmesi, onlarda yeniden ağır bir "aldatılmışlık" duygusu yarattı.

* * *

Bekir Coşkun
olayı, işte bu aldatılmışlık duygusunun çığlığıdır.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yazarımız Bekir Coşkun hakkında söylediği söze gösterilen tepkilerin boyutu bana şu sosyal gerçeği bir kere daha bütün açıklığı ile gösterdi.

Türk halkının bir bölümü, endişeli.

Erdoğan ve Gül’ün bu endişeyi mutlaka gidermesi lazım.

"Arkamda yüzde 46.7 oy var" deyip, buna ilgisiz kalmak doğru olmaz.

Peki bunda umutlu muyum?

Başbakan’ın çevresinden, Gül’ün etrafından gelen seslere bakarsam, umutlu olmam gerekir.

Ama onları destekleyen basına baktığım zaman, ne yazık ki bu umudumu kaybediyorum.

Çünkü orada eski tas eski hamam devam ediyor.

Hatta, oradan gelen sesler, bırakın ortamı yatıştırmayı, tam aksine gerginleştirmeye teşvik ediyor.

* * *

Alın Bekir Coşkun olayına nasıl yaklaştıklarına bakın.

Bekir Coşkun, ağır ifadeler kullanmış.

Beş yıla yakın bir süredir o gazetelerin manşetlerinden Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e yapılan hakaretler unutulmuş, hafızalar bir anda sıfırlanmış.

O kalemler arasında dolaşıyorum.

Başbakan’a "Keşke o ifadeleri kullanmasaydın" diyen tek yazı yok.

Eleştirel akıl sayfalardan kovulmuş, geriye bildiğimiz o biat kültürü kalmış.

İşte o yüzden umutsuzum diyorum.

Oysa Türkiye’nin uzlaşmaya, barışa kavuşması için, o sayfalardan da itiraz sesleri yükselmeli.

O cenahtaki yanlışlar, muzırlıklar da dile getirilmeli.

Haksız mıyım...

İsrail Türkiye’yi kaybedebilir

ÖNCEKİ gün sabah toplantısında dış haberlere bakarken, ABD’deki Musevi lobisinin, "U dönüşü" yaparak Ermeni soykırımı iddiasını destekleme kararı aldığını öğrendik.

Önce pek üzerinde durmadım.

Daha önceki gibi geçicidir diye düşündüm.

Ama bu defa iş ciddiye gidiyor gibi.

Ben, hayatım boyunca Türkiye’nin İsrail’le dostluğuna, iyi ilişkilerine çok önem veren bir insanım.

O hukukuma dayanarak söylüyorum.

Bu tavır, Türk-İsrail ilişkilerine tamiri çok zor bir darbe vurabilir.

Türk-İsrail ilişkilerinin bozulması, Ortadoğu’daki dengeleri de olumsuz etkiler.

İsrail daha da yalnızlaşır.

Türkiye de iyi bir müttefikini kaybeder.

O nedenle, bu tavır değişikliği üzerinde bir kere daha dikkatle durmakta yarar var.

Bu bir tehdit değil. İsrail’in dünyada tehditten korkacak en son devlet olduğunu biliyorum.

Söylediklerim sadece bir dost tavsiyesi...
Yazarın Tüm Yazıları