Benim olmayan cumhurbaşkanları

FAHRİ KORUTÜRK: Dünyaya hafiften bir bilinç kazanarak bakmaya başladığım sıralarda, tek kanallı televizyonun ana haber bültenlerinde ilk haber olarak, "Cumhurbaşkanı Korutürk, bugün falanca ülkenin büyükelçisinin güven mektubunu kabul etti" türünden haberler verilirdi.

Çocukluğumun soğuk günlerinde Demirel ile Ecevit’i pek mühim bulurdum da nedense Cumhurbaşkanı Korutürk’ü pek önemsemezdim. Şimdi anlıyorum neden böyle olduğunu... Çünkü Korutürk, hakikaten de pek etliye sütlüye karışmamış, renksiz, kokusuz kalmış, kelimenin tam anlamıyla "sembolik" olmuş... Demirel ile Ecevit birbirini yerken "Ne haliniz varsa görün! Beni karıştırmayın" havasına girmiş... Kendisini gösterme gayretine kapılmamış, ne fren olmuş, ne gaz... Sadece arada sırada çıkıp "İnkılap vurgusu" yapmış, o kadar... Kısacası geçmişi didikleyerek baktığımda Korutürk için, "İşte benim cumhurbaşkanım" diyemiyorum... Bekir Coşkun ne derdi, bilmiyorum...

KENAN EVREN: Düşünün: Tam delikanlı olmuşuz, biraz militanlık oyunu oynayacağız... Kenan Evren diye bir adam çıkmış ve bizim gibi aşırı politik hevesler taşıyan çocukların bütün heveslerini kursağında bırakacak bir "apolitik rüzgar" estirmiş... Sonra aynı Kenan Evren, "Devlet Başkanı" gibi acayip ürkütücü ve herkesi titreten bir sıfatla şehrimize gelmiş ve bütün okul derdest edilip halka hitap edeceği meydana zorla götürülmüş... Kıl olmuşuz ama sesimizi çıkaramamışız... Ayrıca serde 82 Anayasası’na "Hayır" oyu verme cesareti göstermiş bir aileye mensup olmanın kazandırdığı bilinç var... Evde her akşam Kenan Evren aleyhine konuşuluyor ama dışarıda ses edilemiyor... Bir de şu var: Herkeslerin "Aman paşam, yaman paşam" demesi karşısında duyulan, ancak içe atılan öfke... Kenan Evren için tabii ki "Benim cumhurbaşkanımdı" diyemiyorum... Bekir Coşkun ne der, bilmiyorum...

TURGUT ÖZAL: Siz bakmayın bugünlerde "eski Milli Görüşçü" takımın, Özal için "milletin adamı" diye övgüler düzmesine... Vaktiyle Özal’a demediklerini bırakmamışlardı... İtiraf ediyorum: Ben de onlardandım ve ben de demediğimi bırakmamıştım... O günlerde hiçbir seçimin sonucu bizi sevindirmezdi... ANAP oy alır, karalar bağlardık... SHP çıkış yapar, müthiş üzülürdük... Özal cumhurbaşkanı seçilir, hep birlikte mutsuz olurduk... Hep muhaliftik yani... Hep ayrıksı... Hep çıkıntıydık... Fahri Korutürk bizden değildi... Kenan Evren bizden değildi... Turgut Özal da bizden değildi... Semra Hanım’ın hallerine bakar ve aynen şöyle derdik: "Bu Özal bizim cumhurbaşkanımız değil." Bilmem, Bekir Coşkun ne derdi?

SÜLEYMAN DEMİREL: Cumhurbaşkanı olduğu gün, Yalçın Küçük kırmızı atkısıyla televizyona çıkıp, "Demirel’in cumhurbaşkanı olduğu bir memlekette yaşamak istemiyorum" demiş ve 7 yıllığına Paris’e hicret edeceğini duyurmuştu. Ne çok tutmuştuk bu artistik tavrı, anlatamam... Herkeslerin "Yaşasın Demirel" diye tempo tuttuğu bir zamanda Yalçın Küçük’ün bu tavrını havada kapmıştık. Sonra ben televizyoncu oldum... Sanki kendisine kıl olduğumu hissetmiş gibi, 7 yıllık Cumhurbaşkanlığı döneminde beni Çankaya’nın kapısının önünden bile geçirtmedi... Başıma bin türlü bela geldi, bırakın konvoyunu durdurup "Neler oluyor bize" demeyi, yan gözle bile bakmaya bile tenezzül etmedi... 28 Şubat, MGK, "İşte çağdaş Türkiye" diye haykırış falan... Demirel benim cumhurbaşkanım olmamıştı... Bekir Coşkun’un oldu mu bilmiyorum...

AHMET NECDET SEZER: Necip Fazıl, "Zindandan Mehmet’e Mektup" adlı meşhur şiirinde, hapiste tanıdığı bir adamı, "Çatık kaş hükümet dedikleri zat" diye tanımlar. Sezer de tam öyle biri... Şu üç günlük dünyada "Cumhurbaşkanlığı" adı verilen makamı bu kadar ciddiye almasıyla beni kıl etmiştir. Tıpkı devlet gibidir o... Gülmez, sevinmez, hislenmez... Sezer ile arama mesafe koymama ilk etapta işte bu "insani gerekçe" neden olmuştur... Sonra da tabii ki asıl gerekçeler geldi... Bir de baktık ki, Sezer, bilerek isteyerek, sadece kendi gibi düşünen, kendi gibi yaşayan ve kendi gibi hissedenlerin cumhurbaşkanı olmayı tercih ediyor... Orhan Pamuk’a karşı ilgisiz... Türbanlılara karşı ödünsüz... PKK’dan uzaklaşmak isteyen Kürtlere soğuk... İkinci Cumhuriyetçi denilince tüyleri diken diken oluyor... AKP’den hiç hazzetmiyor... Liberallerden nefret ediyor... Yani... Ülkenin neredeyse üçte ikisini dışlamış... Kısacası benim cumhurbaşkanım olmayı bizzat kendisi istememiş... Bilmiyorum, Bekir Coşkun’un cumhurbaşkanı olabildi mi?

Nihal Hanım rahatsız olmuş

SEN tutmuş, "Tesettürlü Bir Kadının Tatil Güncesi" başlıklı bir yazı kaleme almışsın...

Hem de nasıl derler, elektrik yaratacak bütün detaylarıyla ve acayip fırlama bir üslupla...

Balayında kiraladığınız tekneyi, teknedeki mürettebatın kendilerini kamaralardan birine kapatarak senin denize girmene imkán tanımalarını, gittiğin tesettür otellerinde çalınan müziklerden duyduğun rahatsızlığı, denizin ortasında yüzerken dalgıç kıyafetli bir turistin sana "Hello" deyişini, kadınlar plajına giderken teknede İsmail Türüt çalmasından duyduğun rahatsızlığı, ilk "haşema" deneyimini falan...

Bütün bunları yazmış ve kamuoyunun takdirine arz etmişsin...

Biz de bize "arz olunan" bu yazıyı almış, en az seninki kadar "fırlama" olmasına gayret ettiğimiz bir üslupla değerlendirip kafamızı bulmuşuz...

Peki Sayın Bengisu...

Nedir bu hazımsızlık?

Nedir bu "Mahrem alanını titizlikle koruyan ehli fazıla Hatice Hanım" ayakları...

Ayıp olmuyor mu?

Kendini vitrine çıkaran sen değil misin?

Mahremiyeti sonuna kadar kaşıyan sen değil misin?

Nedir bu işin en sonunda içine girdiğin "Bol dipnotlu / Müthiş akademik" bir yazı kaleme almış Habermas çalımı?

Nedir bu en mazbut, en mağdur ve en masum benim ayakları? Sana söyleyeceğim iki şey var:

BİR: Madem mahremiyetin bu kadar önemliydi, yazmayacaktın o yazıyı...

İKİ: Madem yazdın o yazıyı, sonuçlarına katlanmasını bileceksin...
Yazarın Tüm Yazıları