Sağdan sola geçenlere dair

İLHAN KESİCİ "Uzaktan akrabası" Demirel’i dinlemeyip Demokrat Parti oluşumuna katılmak yerine CHP’yi seçerek, "sağlamcı" bir adım attığından dolayı mutlu ve mesut. "CHP’ye neden geçtim?" başlığı altında o kadar güzel, o kadar canlı izahlar yapıyor ki, dinlemeye doyamıyorsunuz. Bir de anlattığı fıkralarla, anekdotlarla, "Huma Kuşu" türküsüyle falan, sosyal demokratların sıkıcı ve formel dünyasına bir "merkez sağ" neşesi kattığını söyleyebiliriz. Yani CHP’de o kadar rahat ki, kendini "ev sahibi" olarak görüyor!

LÜTFULLAH KAYALAR Kesici kadar sosyal ve girişken değil. Bu nedenle CHP’ye bir "neşe" kattığını söyleyemeyiz. Zaten kendisinin de böyle bir iddiası yok. "Neden CHP" meselesi için hazırladığı yanıta baktığınızda, "Tarihi uzlaşma için görev yapıyorum" cümlesini görüyoruz. Yani "Ben başkayım, CHP başka. İkimiz buluşarak bir sentez oluşturduk" demeye getiriyor. Ne diyelim? Galiba Kayalar CHP’de uzun süre "misafir" statüsünde kalacak.

EDİP SAFDER GAYDALI
Nedense yılların ANAP’lısı Gaydalı’nın CHP’ye geçişi, "Bireysel bir geçiş" izlenimi vermiyor. Hani "Aşiretimle geldim. Arkamda şu kadar oy var" diyerek partilerle pazarlık yapanlar vardır ya... Çağrışımı biraz böyle. Belki Bitlisli asilzadelerden Kamran İnan Bey’in akrabası olması, bu çağrışımı yaratıyor. Belki de Bitlis’ten bağımsız seçilecek kadar bir gücünün olmasıdır bizi böyle düşündüren. Bu haliyle bir otel konaklamacısına benzediğini söyleyebiliriz.

YAŞAR OKUYAN Partisini CHP’de eriterek, en ideolojik geçişi o yaptı. Tamam, eski bir MHP’liydi. Tamam, Özal’ın en has adamlarındandı. Tamam, Mesut Yılmaz ile iyi anlaşmıştı. CHP’de erimesi bu nedenlerle yadırganabilir. Ancak lütfen yadırgamayın! Çünkü Okuyan, özeleştirisini yapmış, hesabını vermiş, ideolojisini yenilemiştir. Onun söyledikleriyle CHP’nin söyledikleri arasındaki fark, bir soğan zarı kadar olmuştur. Erimenin gerekçesi budur. İdeolojik birliktelik sürdükçe Okuyan CHP’de kalır. Bir hizip kurar mı? İşte bunu bilemem.

Sıcaktan ölen güzel çocuk

BERK’i ilk kez sevgili dostum Canan Göknil’in Teşvikiye’deki atölye-evinde tanıdım.

Anna Karenina oyununun kostümleri için hummalı bir çalışma yapılıyordu o atölye-evde.

Berk, Canan Göknil’in yanında, kostümlere son şekli vermek için çabalıyordu.

Dikkatimi çekmişti: Bir sanatçı tavrı vardı onda...

Kont Vronsky’nin kostümüyle ilgilenirken uçarı ve hercai oluyor, Anna’nın kostümüyle ilgilenirken ise hüzünle doluyordu.

Hem içine atıyor, sessizce geçiştiriyor ve zaaflarını saklamaya çalışıyordu, hem de şiirini kostümler üzerinden yazmaya çalışıyordu. Ortaya koyduğu işlerdeki derin incelik bunun kanıtıydı.

Ve günler süren yoğun çabanın ardından Anna Karenina kostümleri tamamlandı...

Ama Berk’le, Canan’ın atölye-evinde karşılaşmalarımız devam etti.

Modacı olacaktı. Yarışmalara giriyordu. Canan da "Geleceği parlak" diyerek el veriyordu bu ahlak abidesi, utangaç ve güzel çocuğa.

Dün sabah Hürriyet’i elime aldığımda...

Baktım, gazetenin en tepesinde "bizim" Berk’in "sevinçli" ve "muzaffer" bir fotoğrafı.

İçimden "Vay! Berk ilk önemli ödülünü aldı galiba" diye geçirdim.

Gözüm hızla fotoğrafın altındaki satırlara kaydı.

"Modacı Berk’in genç kalbi sıcaklara dayanamadı."

Bu tür durumlarda önce "Yok canım olamaz, bir yanlışlık vardır" falan deriz ya... Ben de öyle yaptım.

Ancak kaskatı gerçek ortadaydı: Berk ölmüştü!

Sıcağa dayanamamış, gece göğsü kabarmış, nefesi kesilmiş, yüreği daralmış... Ambulansa koymuşlar... Ve daha hastaneye ulaşamadan durmuş iyilik dolu kalbi.

Kısacası: "gök ekin" biçilmişti... Bir "iyi" daha erken gitmişti...

Allah’tan rahmet dilemekten başka ne gelir elimizden?
Yazarın Tüm Yazıları