Kaygılı yurttaş için bildiri yayınlıyorum

EY benim "Rejim elden gidiyor" diye kaygılanan halkım...

Ey benim Tandoğan’dan yola çıkıp Çağlayan’da bir sel olup taşan "kaygılı" halkım...

Ey benim "Cumhuriyet değerleri aşınıyor, laiklik elden gidiyor" diye bin türlü endişeye düşen ve "Ben de varım" diyerek meydanları dolduran yurttaşım...

Biliyorum...

Barışçısın... Olgunsun... Vakar sahibisin... Güler yüzlüsün... Ne istediğini biliyorsun... Neyin üzerine titrediğinin farkındasın...

* * *

Ve fakat... Sevgili yurttaşım...

Tam da senin, "Dağın başını alan duman"a bakarak, "Yürüyelim arkadaşlar" deyip işe el koyduğun bir dönemde...

Yani Tandoğan’da ham meyveyi olgunlaştırdığın, Çağlayan’da çağladığın bir dönemde...

Elinde silah olan kuvvetlerin yayınladıkları bildiriyle, pişirdiğin aşa su kattıklarının farkında değil misin?

Sen ki bin türlü zahmete katlanıp almış eline bayrağı yollara düşmüşsün...

Sen ki yaptığın eylemle, kendini en demokrat, en sivil ve en liberal görenleri bile, içlerinden homurdanmalarına karşın, "Meydanlara toplananlara saygılıyız" demek zorunda bırakmışsın...

Sen ki olaya el koyarak "sonuna kadar sivil" bir sıkıştırmayla karşı tarafın "mağduru oynama" hakkını elinden almışsın...

Ve tam bu sırada...

Yani sen, "Silahsız Kuvvetler" olarak olaya el atmışken...

Gece yarısı yayınlanan "bildiri" ile senin bu emeğinin üzerine "Silahlı Kuvvetler" gölgesi düşürülmesi Allah’tan reva mıdır?

* * *

Ey benim kaygılı yurttaşım...

Maalesef başka sorunların da var:

Sen bir yandan sonuna kadar haklı olarak, "Hiç kimse benim yaşam tarzıma dokunamaz" diyeceksin...

Ama bir yandan da "başkalarının hayatı" üzerine söz söyleme hakkını kendinde bulacak ve "Onun gümüş yüzüğü, bunun baş örtme tarzı" diye bin türlü şikáyette bulunacaksın...

Peki bu Allah’tan reva mıdır?

Ya da seninle aynı cephede savaşanlar, sandığın ortaya çıkma durumu söz konusu olduğunda, "Göbeğini kaşıyan adamların vereceği oydan ne çıkar" diyerek, karşı tarafa mükemmel bir istismar alanı sunacaklar...

Ve sen de buna razı olacaksın öyle mi?

Devam edelim:

"Kutlu Doğum Haftası’nda Hz. Muhammed’in doğumunu kutlamak en doğal haktır, bizim itirazımız reşit olmayan çocukların başlarının örtülerek ilahi söyletilmesinedir" demek yerine, toptan bir Kutlu Doğum Haftası karşıtlığı içine girmek, AKP değirmenine su taşımak değilse nedir?

Bu kadar da değil...

Senin o "güler yüzlü" kararlılığının karşılığı, miting kürsülerinde ağzından tükürükler saçarak düşmanlık tohumları saçan o adam mı olacaktır?

Bu da Allah’tan reva mıdır?

* * *

Ben derim ki sevgili "kaygılı" yurttaşım...

Madem çıktın meydana... Madem kapladın meydanı...

O halde gel sahip çık sivilliğine.

İzin verme kürsülerden anakronik mesajların seni temsil etmesine.

Kişisel ikbalini memleketi "İki Türkiye" tehlikesinin içine sokmakta bulan öfkesi burnunda ama sorumsuz adamlara teslim olma.

Kendi varlığına ve yaşam tarzına sahip çıkarken, başkalarının da üzerine titreyecekleri bir yaşam tarzları olduğunu unutma.

Yanlış mesajlarla karşı tarafın hak etmediği bir ilgiyi görmesine sebep olma.

Hepsinden önemlisi...

Ananın ak sütü gibi helal olan "sivilliğinin" üzerine silah gölgesi düşürülmesine izin verme!

Türkiye laiktir, laik kalacak

İRAN Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, ninesi yaşındaki ilkokul öğretmeni kadının elini öpünce, İran’ın muhafazakárları olayı "ahlaksızlık" olarak değerlendirmişler.

Diyorlar ki:

"Bu tür ahlaksızlıklar, kutsal değerlerin ihlal edilmesi sonucunu doğurur."

Fanatizmin geldiği yere bakar mısınız?

Aslında bu olay, "Din devleti neden olmaz" meselesine de bir yanıt veriyor.

Evet, "Din devleti olmaz", çünkü...

Din devletinde bütün sorunlar, din üzerinden tartışılır.

Mesela... En dini bütün adam cumhurbaşkanı seçilir. Adam sorunları çözemez. Bu durumda onu seçenler, "En dinciyi seçtik o da işi çözemedi" diyeceklerine, "Bu adam da yeteri kadar dinci çıkmadı" derler.

İran’da olan budur.

Ahmedinejad da sorunları çözemeyince... Mollalar, bu kez Ahmedinejad’ın o kadar da şeriatçı olmadığını kanıtlamaya çalışıyorlar ve olayı bir akıl tutulmasına kadar vardırıyorlar.

Belki de bu yüzden, en başta bizim dindarlarımızın "Türkiye laiktir, laik kalacak" demeleri gerekmektedir. Laiklik uygulamalarıyla ilgili tartışmalara, ancak bu dendikten sonra geçilebilir.
Yazarın Tüm Yazıları