Patrikhane düşmanlarına

DİYORSUNUZ ki:

"Patrik ekümenik olmak istiyor! Bunu bize nasıl yapar?"

İyi diyorsunuz, güzel diyorsunuz da...

Söyler misiniz, ne zararı var size bunun?

"Fener Patrikhanesi" asırlardır ekümenik.

Fatih İstanbul’u fethetmiş, Patrikhane’nin ekümenik vasfını ortadan kaldırmamış.

Osmanlı’nın yükselişinde de, çöküşünde de bu vasfa dokunmamış.

Cumhuriyet kurulmuş, müdahale edilmemiş.

Peki ne oldu da son beş on yıldır bu meseleyi dilinize doladınız?

Kimdir sizi bu konuda dolduran?

Hem "ekümenik" sözcüğünden neden korkuyorsunuz ki?

Ekümenik, evrensel demek.

Adamların, kendi inançları doğrultusunda asırlardır sürdürdükleri bir inanç örgütlenmeleri var. Patrikhane, dini açıdan dünyadaki birçok kilisenin bağlı olduğu bir makam. Patrik de dünyanın dört bir yanındaki Ortodoks inancına sahip kişilerin ruhani lideri.

Ne yani?

Asırlardır süren bu yapılanmayı zorla ortadan mı kaldıracaksınız?

Peki bunun adı "zorbalık" olmaz mı?

Neymiş, "Patrikhane Fener’de Vatikan benzeri bir din devleti kuracakmış".

Adamlar diyorlar ki, bizim inancımıza göre ’din devleti’ olmaz. Eğer biz din devleti kurarsak, her şeyden önce kendi inancımıza ters davranmış oluruz.

Bu açıklama bile sizi kesmiyor mu?

O zaman şöyle sorayım:

Siz kendi inancınıza müdahale edilmesinden şikáyet ederken, yaptığınız Patrikhane düşmanlığıyla, başkalarının inançlarına müdahale etmiş olmuyor musunuz?

Peki söyler misiniz?

Ne zaman vazgeçeceksiniz şu kahrolası "hep kendine Müslüman" tavırdan?

’Bir Demet Tiyatro’ neden hálá iş yapıyor

YARGIMIZ şudur:

Milletlerin mizah anlayışlarındaki değişimin hızı müthiştir.

Bu yüzden "vefasızlıktan şikayet", komikler için neredeyse bir kaderdir.

Hadi siyaset yapmayıp açık konuşalım.

Ve "düşman sayısı"nı artırma pahasına doğru bildiklerimizi sıralayalım:

BİR: Zamanında ölüp bitilen ve çevredekilere "Aman da ne komik adam" dedirtmek için hayli yararlanılan "Zeki Alasya Metin Akpınar oyunları"ndaki espriler, bugün için nasıl da feci bir şekilde banal kaçmaktadır, fark ediyor musunuz?

İKİ: Nejat Uygur’u bugün için, sadece ilerlemiş yaşına rağmen sahnede var olabildiği için saygıdeğer bulmaktayız. Ötesi var mıdır? Babaanneler bile Nejat Uygur esprilerine burun kıvırmıyorlar mı?

ÜÇ: Daha düne kadar televizyonların en fazla iş yapan adamı Levent Kırca’nın, son birkaç başarısız denemenin ardından resmen iş yapamaz hale gelmesini neyle açıklayacağız?

DÖRT: Çok değil, birkaç yıl öncesine kadar bir mizah figürü olarak hayatımızda yer etmiş ve epey prim yapmış nam-ı diğer "Reyting Hamdi"nin son çırpınışları, nasıl da acıklı bir güldürme çabası olarak görünüyor şimdi bize?

BEŞ: Bilmem Ferhan Şensoy’un trajedisinden söz etmeye gerek var mı? Zekásı ve yeteneğiyle bundan 20 yıl önce bir çığır açmayı başarmış Ferhan Şensoy, ne oldu da kekremsi bir hal aldı? Düşünsenize: Adı geçtiğinde hınzırca gülümsemek yerine bir huzursuzluk kaplıyor her yanımızı!

Ama üzülmeyelim.

Çünkü...

Takdiri ilahi dedikleri, işte tam da böyle bir şeydir.

Direnemezsiniz, çaresiz teslim olursunuz.

***

Ama kaderin oyununu yenmesini bilenler de var.

Mesela Cem Yılmaz.

Yıllardır ip cambazını "düştü / düşecek" diye seyretmeye alışmışlar tarafından, "Bu çocuğun devri bitti, bitiyor" diye izlenen Cem Yılmaz, bir türlü demode olmuyor.

Peki neden?

Biraz kendisini bilmesinden, biraz olayı fazla ciddiye almamasından, biraz havalara girmemesinden, biraz da teoriyle falan vakit kaybetmemesinden olabilir mi?

Mesela Yılmaz Erdoğan.

5 yıl önce bitirdiği "Bir Demet Tiyatro"yu yeniden ekrana sürdüğünde, sanki "dün bıraktığı yerden devam ediyormuş gibi" bir his yaratması, yani beş yıllık açığı bir anda kapatması nedendir?

Tek bir tarza takılıp kalmamasından, kendisini yenilemesini bilmekten, zengin gözlem gücünden, yarattığı karakterlerin hakikiliğinden olabilir mi?
Yazarın Tüm Yazıları