Bu ülke beni ille de gay yapacak

Tarkan, Dubai’ye ayağımıza kadar gelecek de biz gitmeyeceğiz... Olacak şey mi? Peki ama Alya ne olacak? Çocuk, bir buçuk yaşında, bir buçuk yaşındaki bir çocuğun konserde işi ne?

Peki Necla?

O, bir Tarkan manyağı.

İzmir’de tatildeyken, Tarkan’ın Dubai’deki konser haberini alıp, çıldırıp, iznini yarıda kesip, sırf Tarkan’ı görebilmek için buralara koşturmuş.

Şimdi ben bu kıza nasıl, "Ben konsere gidiyorum, sen Alya’yla kalacaksın!" derim.

Diyemem./images/100/0x0/55eb6d0ff018fbb8f8c04fce

Evde yedirsek ve sütünü yanımıza alsak...

Ve tabii pusetini...

E ne olur yani, bir akşam da açık havada uyusa...

Kıyamet mi kopar? Çocuğa, eziyet mi ederim?

Kötü anne mi olurum?

*

Necla, yol boyu Alya’ya, "Tar-Kan" demeyi öğretiyor.

"Ah-Me-Yok-Al-Ya-U-Nut-Tar-Kan-Var."

Heceleme sistemiyle, çocuğun beynine girmeye uğraşıyor.

"Sen bir buçuk yaşındayken onunla tanışacaksın. Çok şanslısın!"

Alya, aval aval suratına bakıyor.

"Barney?" diyor. "Hayır canım, ne Barney’si! Tarkan. De bakim, Tarkan..."

*

Bizim de kışımız başladı, 30 derecelere kadar düştük! Gerçi hayatımızdan memnunuz, hatta Alya üşür diye ceket bile aldık. Ama nedense, Türkiye’den gelen herkes, ter içinde kalıyor.

Güzel bir gece, lacivert bir gökyüzü...

Konser alanına ulaşıyoruz.

Kalabalık, çok kalabalık. Ve güzel bir kalabalık. Dubai ile ilgili şöyle hoşuma giden bir şey var, inanılmaz eğitimli bir topluluk yaşıyor burada.

Maşallah, herkes de konsere gelmiş...

*

Kendimizi, "back stage"e atıyoruz.

Burada farklı bir hayat var.

Teknisyenler, müzisyenler, kablolar, metalik kutular, herkes bir şeylerle uğraşıyor, Dubai televizyon kanalları Tarkan’la röportaj yapabilmek için bekliyor.

"Back stage", toplam 30 kişilik bir cemaat.

Yani Türkiye’den gelen ekip 30 kişi.

Bir kısmı görevli, bir kısmı da Tarkan’ın ya da diğer müzisyenlerin arkadaşları, atmosferi sevdikleri için hiçbir konseri kaçırmıyorlar.

Ama o kadar keyifli ki, kaçmaz yani!

*

Tarkan henüz ortalıkta yok.

Beklemedeyiz.

İki kadın, bir puset ve "Ben nerelere düştüm?" diye etrafa merakla bakan kıvırcık saçlı bir çocuk.

Ve Tarkan görünüyor.

Necla kendinden geçiyor. Trans haline giriyor. Çığlık atmaya başlıyor. Ve tuhaf haz sesleri çıkarıyor.

"Aman Allah’ım, inanamıyorum, Tarkan bu!"

Boynuna atlıyor.

Bu esnada, Alya’nın puseti, göle doğru yol alıyor.

Necla, Alya’yı, puseti, beni her şeyi birden unutuyor. Ben, ayağımla puseti tutarken, kucağımdaki Alya ile ikisinin fotoğraflarını çekmeye uğraşıyorum.

Necla bana "Bir daha çekin, bir daha çekin!" derken, elindeki cep telefonuyla kız kardeşlerini arıyor. 6 tane var.

Birini, Tarkan’la konuşturuyor.

"Sallıyorsun!" demesinler diye.

Tarkan çok şeker, çok alışık, bütün bunlar olurken gülümsüyor. Herkesle tek tek ilgileniyor, her isteyenle fotoğraf çektiriyor.

Röportajdan sonra ön tarafa geçiyoruz.

Müthiş bir performans! İnsan bu kadar mı güzel dans eder? Seyirciyle bu kadar mı güzel bütünleşir?

Binlerce insan, Allah’ın Dubai’sinde, hep bir ağızdan Tarkan şarkıları söylüyoruz.

Unutulmaz bir geceydi.

Alya, hayatının ilk konserini kucağımda uyuyarak izledi.

Ama hakkını yemeyeyim:

Şarkı aralarında, uyanıp, alkışlayıp,sonra tekrar uyumayadevam ediyordu...

HAMİŞ: Konser, Türk Hava Yolları’nın büyük çabalarıyla gerçekleşti. Ana sponsorlardan biriydi. Teşekkürler. Devamını da bekleriz...

Sesiniz sedanız çıkmıyor. Kendinizi geri mi çektiniz Allah aşkına!

- Ne alakası var, geri çekilme filan yok! Tam tersine, yeni bir Türkçe pop albüm hazırlıyorum. İngilizce albüm çalışmalarım sürüyor. Sonra birbiri ardına bir sürü konser var. Dubai’den sonra, Kopenhag, Hamburg, Los Angeles. Yoğunum yani, başımı kaşıyacak vaktim yok. Ama artık magazin programlarında ve dergilerinde yer almıyorum...

Yoksa, bilinçli bir tercih mi bu?

- Fevkalade bilinçli.

Peki neden?

- Medyayla aramızda güven krizi var! Söylediklerimin çarpıtılmasından, zorla birtakım polemiklere sokulmaktan sıkıldım. Benim için artık bu tür şeylerin esprisi yok. Canım istemiyor. Eğlenceli gelmiyor. Hatta sıkıcı ve banal buluyorum. Bir de tabii itiraf etmem gerekirse, inciniyorum. Doğrudan kafama ateş ediyorlar.

Hálá deriniz kalınlaşmadı mı?

- Hayır. Kaşarlaşamadım bir türlü. Derim hálá ince. Üzülüyorum. O yüzden röportajlara hayır diyorum.

Ama, sanatçılar magazinle beslenirler, diye biliriz. Bu bir karşılıklı ihtiyaçtır...

- Benim böyle bir ihtiyacım yok. Lütfen ukalalık gibi değerlendirmeyin, o gürültüde, o kargaşada yer almak bana manasız geliyor. Bir de artık beni bilen biliyor ya. Konserlerim tıklım tıklım. Bana yetiyor. Daha ne isterim?

İyi de, ertesi gün gazeteye baktığımızda, sizden hiç söz edilmiyor ya da adınız eskiye oranla çok daha az geçiyor... Korkmuyor musunuz?

- Hayır. Gazetelerin seni eskisi kadar yazıp çizmemesi, popülariteni kaybettiğin anlamına gelmiyor. Tam tersine, birilerini her gün gazetede manşetlerde gördüğüm zaman kuşku duyuyorum, bir reyting problemi varmış gibi geliyor bana. Bu mekanizmadan uzakta durmak istiyorum. Ben magazin haberlerle değil, işimle anılmak istiyorum.

İnsan, belli bir doygunluğa gelince mi böyle hissediyor?

- Bilmem, olabilir. İnsan doyuyor galiba. Eskiden daha fazla dışarı çıkıyordum. Haber olmak için mi çıkıyordum, dışarı çıktığım için mi haber oluyordum bilmiyorum. Ama artık dışarı bile çıkmak istemiyorum. İçime kapandım biraz. Daha doğrusu, kendimi tanımaya çalışıyorum. Müzik yapıyorum, hobilerimle meşgulüm, çok sık seyahat ediyorum. Uzaklaşınca, Türkiye’yi daha net görüyorum. Ne kadar küçük bir dünyam olduğunu, ne salak şeylerle uğraştığımı fark ediyorum. Ama işte bir süre sonra Türkiye’yi özlüyorum, geliyorum hooop yine kendimi o girdabın içinde buluyorum.

Yine de ben "Hakkımda yazılsın çizilsin istemiyorum" laflarına inanmıyorum...

- Ama doğru söylüyorum. Konsere çıkıyorsam, yeni bir albüm yapıyorsam ya da söylemek istediğim yeni bir şey varsa, o zaman röportaj veriyorum. Bazen de "Hadi çıkayım ortalığa da, etrafı şöyle bir sallayayım" diyorum. Ama işte hepsi o kadar. Yoksa o yaldızlı dünyanın bir yalandan ibaret olduğunu biliyorum. O yüzden de, epey bir zamandır başka türlü yaşıyorum. Sevgilimle, köpeğimle, arkadaşlarımla mutluyum.

"Sevgilisi gerçek değil. Paravan. Onun aslında erkek sevgilileri var!" laflarına ne diyorsunuz?

- Gülüyorum. Bu ülke, beni illa gay yapacak, o zaman rahat edecekler! Altı senedir birlikteyiz Bilge’yle. Bir yalan, altı sene nasıl sürdürülebilir?

Sevgiliniz de çok geride, kendi halinde biri. Çok gösterişli değil, çok frapan değil, çok meme değil, çok popo değil. Rahatlıkla öyle birini de seçebilirdiniz. Siz Tarkan’sınız, sahnelerin seks tanrısı...

- Sadece sahnede öyleyim. O sahneden indim mi, herhangi biri, sıradan biriyim. Bilge’yle birlikte mutluyuz. Zaten onun kendini olmadığı bir şey gibi göstermeyen halini seviyorum. Zor bir hayatımız var. Her zaman didikleniyoruz. Sağa sola rahat gidemiyoruz.

Siz yurtdışındayken, o ne yapıyor?

- Bazen yanıma geliyor. Bazen de gelmiyor. Özlemek ikimize de iyi geliyor. İstanbul’da ikimizin ayrı evi var. Ama çoğunlukla birlikte geçiriyoruz zamanımızı.

O da röportaj vermiyor. Birkaç kez aradım. Kibarca savuşturdu beni. Onu nasıl tutabiliyorsunuz? İnsanlar şöhret için bu kadar delirirken...

- Bu tür şeyler onu hiç ilgilendirmiyor.

"Allah’ım ben Tarkan’la sevgiliyim. Seviştiğim adam Tarkan!" filan da yapmıyor mu bu kadın!

- İlk zamanlar belki biraz sarhoşluk yaşadı. Ama medyanın üzerine gitmesinden hep rahatsız oldu. "Ben de çıkayım Tarkan’ın sevgilisi olmak nasıl bir şey anlatayım" heveslerine kapılmadı.

Kız kardeşi daha farklı ama...

- Hangisi Berna mı? Deli o. Ama tatlı bir deli. Çok severim. Üç kız kardeş onlar, üçü de çok farklı. Bilge, ağırbaşlı. Zaten avukat. Mesleği de başka türlüsünü kaldırmaz. Göz önünde olamaz. Öyle bir niyeti olmaması da çok hoşuma gidiyor.

TÜRKİYE’DE HANGİ TALK-SHOW’A ÇIKAYIM?

Tamam röportaj vermemenizi anladım, ama sizi çılgınca seven hayranlarınıza ne olacak? Onlara haksızlık değil mi?

- E haksızlık oluyor tabii. Onlar benim orada burada daha sık karşılarına çıkmamı istiyorlardır. Amerika’ya gittiğimde çok kıskanıyorum, çok güzel talk-show’lar görüyorum, normal kanallarda da, MTV’de de. Türkiye’de maalesef yok. Türkiye’de kiminle, hangi talk-show’da sohbet edeceğim? Mutlaka, abuk sabuk yerlere çekilecek, olmadığım biri gibi gösterileceğim. Konu dönüp dolaşıp hep aynı yere gelecek: "Gay misin, biseksüel mi?"

SAHNEDE KAPLANA DÖNÜYORSUN

Duyarlı, utangaç ve mütevazısınız... Ama sahneye çıkınca "seks tanrısı" oluyorsunuz. Nasıl bu kadar değişiyorsunuz? Orada ne oluyor? Hormonlarınızda değişen bir şeyler mi oluyor?

- Kesinlikle oluyor! Orası, yani sahne başka bir şey. Her şey bir arada, insanlar, spotlar, müziğin yüksek volümü... İnsanlar ismini haykırıyor, tezahürat ediyor... Seni arzuluyorlar... Bunu hissediyorsun... Kaplana dönüyorsun... Ve ben sahneyi çok seviyorum. Onaylandığımı, takdir edildiğimi hissediyorum. Ama sahneden inince, tekrar sıradan adam oluyorum. Bunu da seviyorum...

KENDİMİ YERDEN YERE VURUYORUM BAZEN DE AMAN BE ŞÖHRETİ BATSIN DİYORUM

Bunca zaman Tarkan imajı, Tarkan sesi, Tarkan stili, Tarkan müziği diye bir şey yarattınız. Şimdi ne yapıyorsunuz? Bundan daha fazla yapabileceğim bir şey yok, diyor musunuz?

- Demez miyim? Kendime karşı acımasız bir adamım, içimde kendimi yerden yere vuruyorum. Ve yetersiz buluyorum. "Daha iyi olabilirdin" diyorum. "Daha iyi söyleyebilirdin, daha iyi söz yazabilirdin, daha iyi dans edebilirdin..." Hayatım kendimi nasıl geliştirebileceğimi düşünmekle geçiyor. Ama dürüst olmak gerekirse, bazen de "Aman be!" diyorum, "Ne uğraşacaksın bunlarla. Şöhreti batsın!" Her şeyi bırakıp, bir kenara çekileyim istiyorum.

TÜRKİYE’NİN ANGELINA JOLIE’Sİ OLMAK İSTİYORUM

Amerika’da tanıyorlar mı sizi sokakta yürürken filan?

- Los Angeles’ta tanıyorlar. Orada Latin çok, Meksikalılar filan. Miami’de de tanıyorlar. Venezüellalılar, Brezilyalılar var. Ama Amerikalılar tanımıyor. Hoşuma da gidiyor.

New York’ta da ordu halinde mi yaşıyorsunuz?

- Hayır. Tekim. Güvenlik de yok. İlk zamanlar öyle değildi tabii, Michael Jackson gibi beş korumayla dolaşıyordum. Limuzinler filan. Özenmişim demek ki. Şimdi komik geliyor.

Peki korktuğunuz şeyler değişti mi?

- Sağlıksal paranoyalarım olmaya başladı...

Nasıl yani? Ölüm korkusu mu?

-Yok ölmekten hiç korkmuyorum, hatta "İyi bile olur" diyorum. Erken gitmekte fayda var. Çok yaşanılası bir dünya değil. Biraz karamsarım son zamanlarda. Bir yandan da genetik mirasımdan şüpheliyim. Babam genç yaşta kalpten gitti, kolesterolü yüksekti, benim de öyle. Annemin de yıllardır problemleri var. Bazen "Acaba şeker hastası mı olacağım, kalp hastası mı?" diye korkulara kapılıyorum. Check-up’lara gidiyorum, Allah’a şükür, dizim dışında her şey iyi. Bazen de, yapmak istediklerimi yapabilecek miyim, diye düşünüyorum. Zamanım yetecek mi, daha çoook şey var yapmak istediğim...

Neler mesela?

- Kendim dışında birilerine faydalı olayım istiyorum. Örnek aldığım isimler: Bono ve Angelina Jolie. Angelina Jolie bile Hollywood’un yalan olduğunun fark etti.

Peki Angelina Jolie’ninki bir PR faaliyeti olamaz mı?

- Olsa ne fark eder. Kadının, yardıma ihtiyacı olanlara faydası oluyor mu, oluyor. Ayrıca, samimi olduğuna inanıyorum.

Siz niye yapamıyorsunuz?

- İstiyorum ama olmuyor. Denedik. Destek alamıyoruz.
Yazarın Tüm Yazıları