Nobel’e dair hercai notlar

SAĞ olasın Nobel Jürisi! Aldığın kararla bu topraklarda herkesi rahatlattın: Her şeyden önce Orhan Bey rahatladı.

Bir milyon Ermeni, 30 bin Kürt rahatladı. "Orhan Pamuk, Nobel’i almak için böyle yapıyor" diyen rahatladı. Milliyetçiler "Haklı çıktık" diye rahatladı. AB karşıtları "Tezlerimize bir tez daha eklendi" diye rahatladı. "Orhan’a canımız feda" sloganıyla yeri göğü inleten İletişim Yayınları rahatladı. Ne diyelim? Darısı diğer gerginliklerimizin başına!

Bir sorun var: Acaba "10 aşamada Nobel nasıl alınır" kitabını yalayıp yutan müptedi yazarlar, yani Orhan Pamuk’un izinden gidenler de rahatladı mı? İşte bundan emin değiliz. Çünkü artık bir Türk yazara Nobel sırasının gelmesi için en az 30 senenin geçmesi gerekecek. O zaman soralım: "Öldürülen Kürt ve Ermeni sayısı"nda hatırı sayılır bir artışa gitmek acaba bu sürenin azalmasında pratik bir sonuç getirir mi?

Etraftaki gazlamadan etkilenip Orhan Pamuk kitaplarını satın alan tipik İclal Aydın okurları, ilk 10 sayfanın ardından "Ah şekerim! Bu ne böyle! Vallahi hiçbir şey anlamadım" diye kitabı bir tarafa atarlardı ya... Hani canım "Orhan’ın kitapları çok satıyor ama az okunuyor" şeklindeki "şehir efsanesi"nin doğmasına neden olanlar... Ne dersiniz? Nobel’den sonra onların sayısında bir artış kaydedilir mi?

Ey Yaşar Kemal Baba! Ey "Ak káğıt üstünde tanıyın beni" diyen Homeros! Ey yüce dağ başında bir koca kartal! Sakın üzülme! Sen bizim gönüllerimizin şampiyonusun! Sana gönüllerimizin bütün Nobel’lerini veriyoruz. Daha ne istersin?

Acaba Orhan Pamuk Bey, bugünlerde Paris’e kadar gidip kamusal alanda "Ermeni soykırımı olmamıştır! Hadi tutuklayın beni" falan diye küçük bir gösteri yapamaz mı? Hem Fransız mallarını boykottan daha etkili bir eylem olur, hem de ifade özgürlüğü açısından çok şık bir gösteri olur! Fransızların şaşkına düşmesi ise işin cabası! Hadi Orhan Bey! Hadi ama...

Emlak meselesine kafa yoranlara mühim not: Orhan Pamuk’un Nobel alması Teşvikiye ve Cihangir’deki emlak fiyatlarını artırabilirmiş! Malum... Ünlü yazarın yazıhanesi Cihangir’de, evi ise Teşvikiye’de.

Hilmi Yavuz Hoca! Hani bir zamanlar "Korkarım Orhan, Nobel’e gidiyor" demiştin ya... Bak, işte dediğin çıktı. İstersen "Ben Orhan, Nobel alamaz dememiştim" diye başlayacağın polemik cümlesini sarf etmek için o kadar acele etme. Bırak biraz tadı çıksın.

Orhan Pamuk’a işe yarar bir öneri: Maçlarda ve siyasi parti toplantılarında atılan pek anlamlı bir slogan vardır, "Kıskananlar çatlasın" diye. Bugünlerde melodiyi yakalayıp mırıldanmak, sizin için yararlı olabilir.

İclal git başımdan (XIII)

TAM da "Ahmet Hakan, Erbakan’ın kızını istetti" şeklinde elektrik yaratan şehir efsanesini yıkmıştım ki...

Şimdi de karşıma İclal’in, "Ahmet Hakan bana áşık" şeklindeki açıklaması çıktı.

Böylece...

İclal Aydın, "Erbakan’ın kızı"nın yerini almış oldu.

Hay bin kunduz!

Aman Tanrım!

Başıma gelen felakete bakar mısınız:

"Uçak selam söyle babama" diye dizeler döktüren...

Çorba reklamlarında gamzesini sevimsiz bir şekilde çorbaya eğen...

Derin yazar ayaklarına yatıp varoş dizilerinde sükse yaptığını sanan...

Biri, kendisine áşık olabileceğimi düşünüyor!

Belki de en iyisi, "İclal! Tuna’yı da al git buradan" demek.

Şantaj-montaj

KÜÇÜK Ceylan’ın pek baba bir şarkısı vardı.

Bir zamanlar kulağıma sıkça çalınan bu manidar şarkının nakaratı, anımsadığım kadarıyla şöyle bir şeydi:

"Yaptığına şantaj denir / Böyle aşka montaj denir / Şantaj montaj / Montaj şantaj."

Cüppeli Hoca’yı Show Haber’de dinlerken, baktım, şarkının en ritmik bölümü, yani "Şantaj-montaj / Montaj-şantaj" bölümü dilime pelesenk olmuş!

Nasıl olmasın?

Hoca her lafının bir yerinde mutlaka "şantaj" diyordu.

Daha önce de birisi "montaj" dememiş miydi?

"Komplo" yerine "komple" diyen de çıkmıştı, "Hanımı çaydan geçiriyordum" diyen de.

İnsan ister istemez...

Bu pişkinlik haline hasta oluyor!

İnsan bir parça herkesi etkileyecek şık bir hareket çekme ihtiyacı hisseder değil mi?

Sanki "Hoca Efendi"ye, "Senin villada oturmaya hakkın yok", "Eşine pahalı saat alamazsın", "Malta’da jet-ski yapman zinhar haramdır", "Alpler’e çıkma fena olur" falan deniliyor.

Laf kalabalığına hiç gerek yok.

Hoca’ya söylenen şudur:

Sen "takvada ileri gitmek" iddiasında bir hoca efendi değil misin?

Her gün verdiğin vaazlarda, "Heva ve heveslerine kapılan insanların başlarına gelecek felaketler" başlıklı nutuklar atarak herkesi "od" ile korkutmuyor musun? Peki bu villalar, jet-skiler, Maltalar, Alpler falan ne oluyor?

Burada en azından bir "heva ve heves sorunu" yok mu?

Hadi bir adım daha gidelim:

Sen madem "kadın gazeteciyle stüdyoda yan yana kalmaktan imtina edecek kadar" muttaki bir adamsın...

Ne işin var bikinili kadınların cirit attığı Malta sahilinde?

Yani bırakalım "Bu bir 28 Şubat senaryosudur" falan türünden alakasız uçuşları.

Ya da...

"Şantaj yapıldı" tarzı sonucu değiştirmeyecek öcü masallarını.

Ortada yaman bir çelişki vardır.

Gerisi ise hikáyedir.
Yazarın Tüm Yazıları