İşte yavşaklık böyle bir şey

AHMET Taşgetiren bildik numarayı çekiverdi.

Diyor ki: "Ben isim vermedim ki? Ahmet Hakan niye üzerine alındı?"

Güya kurnaz. Güya ağır abi.

Oysa yavşaklık işte tam da böyle bir şeydir:

Hedefi açık bir yazı yazarsın, muhatabın sana gereken cevabı verince de, "Ben isim vermemiştim ki? Neden üzerine alındı?" falan diye "salağa yatıp" çocukça numaralar çekersin.

Budur işte... Bu kadardır...

Oysa beklediğimiz, muhatabımızın biraz yaşından başından utanmasıdır.

Sanki 20’li yaşlarda gençlik dergilerinde "mavra" yapan bir yeniyetmeyle karşı karşıyayız.

İnsan biraz mert olur değil mi?

Çıkıp mertçe "Ben sana yavşak dedim arkadaş" der.

En azından bunu yapacak kadar cesur olur.

***

Ayrıca bu nasıl iştir birader?

Diyelim ki, gerçekten de ben seni "tahrik eden" bir yazı yazdım.

Peki "ehli tarik" olan muhterem bir zat, böyle bir tahrik karşısında muhatabına "yavşak" mı der?

Normal zamanlarda senin "ağır molla" olman bir şey ifade etmez ki.

Sen en küçük bir tahrik karşısında "kalem efendiliği"nden "ağzı bozuk bir kasaba derbederi"ne dönüşüyor musun?

İşte buna bakarız.

Sen eğer kritik zamanda ağzını bozuyorsan...

Şu soruyu sorarız:

Tarikat, din, diyanet gibi ciddi konuları savunmak, senin gibi ağzı bozuklara mı düştü?

Senin kullandığın "yavşak" tabirine bakan, "yoldan çıkmış bir adama yol yordam dersi veriyor" izlenimi mi alır?

***

Hem ne yapmışım ben?

Oynanılan "tarikatçılık oyunu"nun açıklarına işaret eden mizahi bir yazı yazmışım.

Ne yani? Yazamayacak mıyız?

Tarikatın elinde şirketler olacak, "Şeyh baba" rahmetli olunca tarikatın elindeki şirketler "Ray ban" gözlüklü en büyük oğlan çocuğuna miras kalacak ve bu çocuk "yeni şeyh" olarak karşımıza çıkarılacak.

Biz de bütün bunları gördüğümüz halde, "Aman karşı tarafa koz vermeyelim" diye sus pus olacağız. Öyle mi?

Biz yazmayacağız, siz yazmayacaksınız...

Peki söyler misin: Nasıl çıkacak karanlıklar aydınlığa.

Sen ilkesel bir duruş sergileyip, "Tarikat saltanat değildir beyler" diye yazılar döşenecek yürekliliği gösteremeyeceksin.

Sonra da, "Fadime Şahin-Ali Kalkancı-Müslüm Gündüz" olayı patlak verdiğinde "Bu bir komplodur" diye ağlamaklı bir şekilde feryat figan edeceksin.

Komploymuş!

Peki hiç düşündün mü? Neden bu kadar çok komploya maruz kalıyorsun?

Neden karanlık odaklar, senin üzerinde bu kadar kolay oyunlar oynayabiliyor?

Sen açık ol, şeffaf ol, özeleştiri yap, gerektiği zaman içindeki yanlışlara işaret edecek cesareti göster.

Sonra da bak bakalım sana komplo kurabiliyorlar mı?

***

Peki ya Ali Bulaç’a ne demeli?

Güya ben İslamcılık mektebinin arka kapısından mezun olmuşum ve şimdi Hürriyet’te "deşifretörlük" yaparak geçiniyormuşum!

Sanki "Soğuk savaş dönemi"ndeyiz ve ben bizimkilerin "denizaltı krokilerini" karşı tarafa satarken suçüstü yakalanmışım!

Sanki bir zamanlar Ali Bulaç ile birlikte "masonik bir örgütlenme"nin içindeydik ve Malta şövalyeleri gibi kılıçlarımızı kılıçlarımızın üzerine koyup "Ser verip sır vermeyeceğiz" diye yemin ettik.

Sahi aramızda benim bilmediğim, gizli tutulması gereken bir sırrımız mı vardı Ali Bulaç?

Daha doğrusu:

İslamcılar gizli kapaklı işler mi çeviriyor ki deşifreden falan söz ediyorsun?

***

Eğer geçimimi "deşifretörlük"ten kazansaydım.

Genelleme falan yapmaya kalkmaz, mesela sadece Ali Bulaç’ın kişisel durumuyla ilgili birkaç noktayı deşifre etmekle yetinirdim.

Ama işte ilgilenmiyorum böyle şeylerle.

Ve yine Ali Bulaç dua etsin ki, ben böyle hafif ve mizahi yazılar yazıyorum.

İşi ciddiye alıp "Ali Bulaç’ın düşünce haritası"nı ciddi bir şekilde irdelemeye kalksam, nasıl bir fırdöndülükle karşılaşılacağımı en başta kendisi çok iyi bilir.

O Ali Bulaç değil midir, 28 Şubat’a kadar "İslam devrimcisi" olup, 28 Şubat’ta düdük çalınca "İslam demokratlığı"na geçiş yapan.

Yani demem o ki, "açtırmasınlar kutuyu, söyletmesinler kötüyü" de, ben böyle mizahi yazılar yazıp kafama göre takılmaya devam edeyim.
Yazarın Tüm Yazıları