MERAK ediyorum, acaba TÜSİAD’ın dünkü açıklaması, Başbakan Erdoğan’ın çevresinde nasıl değerlendirilmiştir?
Bu açıklamalar iki türlü değerlendirilebilir:
Bir, son günlerde Başbakan’ın çevresine hákim olan şu "komplo psikolojisi" çerçevesinde:
"Türkiye’nin egemen güçleri bize komplo kuruyor. Bizi devirmek istiyor."
İkincisi ise "mantık", yani bu sözleri, ülkenin yararını en az Erdoğan kadar isteyen, savunan insanların "dostane tavsiyesi" şeklinde.
* * *
Mantık yolunu tercih ederseniz, o zaman modern insanın kafa yürütme yoluna girer ve şöyle bir "empati" kurarsınız.
"Demek ki bu ülkede bazı insanların rejimle ilgili korkuları var. O halde bu korku ve endişeleri giderme görevi Başbakan olarak bana düşer."
Yazıyı yazdığım dakikalarda Başbakan’dan bir değerlendirme gelmemişti.
Umarım serinkanlılık hákim basar ve TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı ve Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç’un sözleri, son günlerdeki gerginliği aşmaya yarayacak bir fırsat olarak değerlendirilir.
Türkiye karanlık bir bölgeye giriyor.
Böyle dönemlerde, akıl yerini duygulara, öfkelere bırakır.
Ülke böyle bir iklime giriyorsa, ilk yapılması gereken iş, sizi "savaş baltalarınızı topraktan çıkarmaya kışkırtan" güçlere dur demektir.
Bugünlerde aklıselim sahibi herkes bu provokatif savaş çığlıklarına kulaklarını kapamalıdır.
Yaşadığımız iki hafta hepimize şunu gösterdi:
Türkiye’de, kendine belli bir davayı "misyon" edinmiş birçok kişi ve grup cirit atmaktadır.
Bunların bir kısmı "türbanı", "imam hatip okulunu", "Kuran kursunu" bahane ederek terör eylemine girişmektedir.
Bir kısmı "Kıbrıs" meselesini, "Kürt sorununu" bahane ederek, "Vatan elden gidiyor" çığlıkları atıp örgütlenmektedir.
Kimse, kendine yakın gördüğü inanca, düşünceye, siyasi fikre toz kondurmuyor.
Oysa artık hepimiz biliyoruz ki, terörün dini bahaneleri de, ulusalcı bahaneleri de var.
Ama hálá şunun üzerinde anlaşamıyoruz:
Bunlar hepimizi tehdit ediyor.
O nedenle bu bahaneleri ortadan kaldırmalıyız.
TÜSİAD Başkanı’nın konuşmasını bu çerçevede değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.
Öyleyse ne yapmalıyız?
Bir kere laiklik konusunda toplumu cepheleştirme tehlikesi bulunan konuları, bir süre için gündeme taşımamakta yarar var.
Şurası belli oldu ki, sağlam bir "güven ortamı" oluşmadan bu konuları sağlıklı biçimde değerlendirmek mümkün olmayacak.
İki, özellikle belli bir medya kesiminden gelen sorumsuz yayınlara ve yazılara bakarak, devleti ve kurumlarını zedeleyecek davranışlardan kaçınılmalı.
Üç...
Bu ülkenin ordusu, PKK ile savaşını hálá sürdürüyor.
Silahlı Kuvvetler’i sanki "hükümete karşı bir komplo içindeymiş" gibi gösteren marjinal provokasyonlara gelmemek gerekir.
"Ordu düşmanlığını" kişiliklerinin parçası haline getirmiş insanların toplumdaki sayısı fazla değildir; ama sesleri çok gür çıkmaktadır.
Devleti yönetenlerin bu gürültücü kesimden uzak durmaları, hem kendilerinin hem de ülkenin yararınadır.
* * *
Bu ülke ipsiz sapsız "komplo teorilerinden" çok çekti.
Komplo teorisi düşkünlüğü Akdenizlilere musallat olmuş vahim bir hastalıktır.
Sıradan zekálar bu gürültücü çevrenin yaygarasıyla dolduruşa gelebilir.
Türkiye’nin geleceğini düşünen samimi siyasetçiler ise yaptıkları işi, sadece küçük cemaatlerinde değil, toplumun öteki kesimlerinde de test ederler.
Uşak Müzesi’ni kaç kişi gezdi
DÜN, New York Times Gazetesi’ne dayanarak, Uşak Müzesi’ni son beş yılda 579 kişinin gezdiğini yazmıştım.
CNN Türk Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Boratav aradı.
Ona göre Uşak Müzesi’ni geçen yıl 11 bin kişi gezmiş.
"New York Times’ın verdiği rakam sadece yabancı turistlerle ilgili olabilir" dedi.
Bu arada geçen yıl müzeleri gezen kişilerle ilgili şu rakamları da verdi:
Topkapı’yı 2 milyon, Ayasofya’yı 1 milyon 800 bin, Mevlana Müzesi’ni 1 milyon 400 bin, Efes’i 1 milyon 200 bin, Göreme’yi 552 bin, Troya’yı 532 bin, Hacıbektaş’ı 466 bin kişi ziyaret etmiş.
Demek ki New York Times muhabiri yanlış rakam vermiş.
Ama bu rakam da olsa, benim sorum geçerliliğini koruyor:
Bu tarihi eserleri daha çok insanın gezdiği müzelerde sergilemek doğru olmaz mı?