Paylaş
Siyaset bilimci Martin Lipset, “iktidar süresi uzadıkça iktidarların güç kullanma eğilimi, muhaliflerin tepki eğilimi artar” diye yazmıştı da onu sınamak için öneriyorum bunu!
Gözlerimizle gördüğümüz, toplumsal olaylar artıyor, şiddet eğilimi de artıyor. Gezi Parkı gösterilerinde ana gövde şiddetten uzaktı fakat süreç boyunca militan ve lümpen unsurlar şiddete başvurdular, saldırlar, büyük tahribat yaptılar. Biri ev kadını, diğeri öğretmen iki türbanlı kadına bile barbarca davranışlar oldu.
Öte yanda büyük kitleler sükûnetini koruyor çok şükür, ama bir takım “palalı adamlar” çıktı ortaya. Eskişehir’deki gösterilerde elinde çakı bıçağı bile bulunmayan gencecik Ali İsmail Korkmaz, birileri tarafından sopayla dövülerek vahşice öldürüldü! Bu ölüm olaylarını protesto etmek için önceki akşam İstanbul Kocamustafaşa’da silahsız, saldırısız gösteri yapanlara yirmi kişilik bir grup sopalarla saldırdı...
Emniyet bir istatistik çıkarsın, tırmanışın tablosunu net olarak görürüz.
GEÇER GİDER Mİ?
Kim haklı olduğuna dair bitmez tükenmez tartışmalara girmenin de manası yok. Herkes kendini haklı sayar, “öteki”ne öfkelidir böyle kutuplaşma zamanlarında...
Kutuplaşmayı yansıtan “münferit” olayları asla küçümsememek, “Geçer gider” diye bakmamak gerekir. Bu tür olaylar taraftarlarını daha da bileyerek, yeni çatışmaları körükleyerek geçer gider! 1970’lerdeki sağ-sol çatışmaları da böyle böyle “münferit” olaylarla başlamış, bilene bilene, sonunda beş bin, evet beş bin insanımızın birbirini öldürdüğü korkunç bir kan gölüne düşmüştük.
Toplumumuzda, hayat tarzları, mezhep, etnik kimlik, siyasi ideoloji gibi derin çatlamalar mevcuttur. Yüksek gerilim bu hassasiyetleri çatışmalara dönüştürebilir.
ÇATIŞMANIN TABANLARI
Siyaset bilimci George Harris’in tespitidir: 1970’ler dünyasında benzeri olmayan bir sağ-sol boğazlaşmasının Türkiye’de gerçekleşmesinin toplumsal sebebi, sağ-sol farkının tarihsel Alevi-Sünni duygularıyla örtüşmüş olmasıydı. Bu yüzden kutuplaşma ve cinnet derinleşmişti.
Bugünkü kutuplaşmazın da altında itikadi ve etnik kimliklerle hayat tarzlarımız gibi derin ve yaygın sosyolojik faktörler var. Onun için bugün “münferit” gözüken çatışmalar zamanla yaygınlaşabilir diye endişeliyim.
Kimlikler ve hayat tarzları çok güçlü duygularımızdır. Onun için bir noktadan itibaren öfkelerimiz kontrolümüzden çıkar mı diye de endişeliyim.
YÖNETİLEBİLİRLİK SORUNU
1970’ler darbeyle sonuçlandı. Türkiye’nin bugün ulaştığı ekonomik, sosyal ve sivil düzeyde asla darbe olmaz. Öyleyse neden endişeliyim?
Toplumun “yönetilebilir”, demokratik kurumların da “yönetebilir” olmaktan çıkması ihtimalinden endişeliyim. Bunlar benim uydurmam değil, Giovanni Sartori gibi büyük siyaset bilimcilerin geliştirdiği kavramlardır.
Allah korusun öyle bir durumda ekonomi ne olur?! PKK ne yapar?!
Yeni anayasa, sistem tartışması falan... Bunlardan önce birinci ihtiyacımız dilimizi yumuşatmaktır, toplumsal tansiyonu düşürmektir. Taraftarlarımızı motive edeceğim diye karşıtlarımızı öfkelendirmekten sakınmaktır. İlk adımı da Başbakan atmalıdır. Çünkü toplumsal “yönetilebilirlik” en çok başbakanlara lazımdır. Başbakanların elinde kamu erki vardır, toplumu kutuplaşmaya veya itidale yöneltmede herkesten fazla onlar etkilidir.
Paylaş