Korku eşiğini aşmak

ÖNCEKİ akşam bir arkadaşımın Üsküdar’da, tarihi yarımadanın muhteşem siluetine cepheden bakan çatı katındaki evinde yemeğe davetliydim. Masada yabancı konuklar sayıca daha fazlaydı ve sohbette yorumlanmaya çalışılan konulardan biri de geçen hafta sonu başlayan gösterilerdi.

Haberin Devamı

Akşam karanlığının çökmesinden bir süre sonra sokaktan gelen gürültüyü duyduk. Ses dalgası giderek yaklaşıyordu. Kendimizi hemen balkona attık. Derken 100-150 kişilik bir grubun sokakta sloganlar atarak ağır ağır yürüdüğünü gördük. “Her yer Taksim” diye bağırıyorlardı.
Topluluk içindeki hiç kimse hükümet çevrelerinin açıklamalarında suçladıkları marjinal-radikal gruplardan sızmış militanlara benzemiyordu. Çoğu, galiba o çevrede oturan insanlardı, yani mahallenin diğer zamanlarda kendi halindeki sakinleriydi. Çevreye, herhangi bir kimseye zarar vermeden geçip gittiler. Biz de içeri geçip yemeğe devam ettik.
Günlük hayatımız içinde mahallemizde görmeye alışık olduğumuz türde bir hadise değildi. Ama olağan bir olay olarak gecenin içinde önümüzden geçip gitti.

* * *

Haberin Devamı

Kuşkusuz, geçen hafta İstanbul’da başlayan gösterilerin nedenleri, bu eylemlerin niteliği, hükümet açısından ne anlama geldiği gibi konular üzerinde önümüzdeki dönemde şok şey yazılıp çizilecektir. Bu noktada gösterilerin önem taşıyan temel bir-iki yönünün altını çizebiliriz.
Bunlardan birincisi, Türkiye’de demokrasinin serüveninde, halkın gösteri yapma özgürlüğünü kullanması açısından “kendine özgü” bir niteliksel sıçramanın gerçekleşmiş olmasıdır. Olayın özellikle başlangıç aşamasında “kendiliğinden” ortaya çıkış şekli, siyasi organizasyonlarda yer almayan gençlerin yaygın katılımı, sosyal medyanın eylemlerin örgütlenmesinde gördüğü etkileyici işlev gibi başlıkların hepsi Türkiye açısından önemli “ilk”lere işaret ediyor.
Suyun yüzeyine bakınca fark edilmeyen ancak dipten gelmekte olan bir dalganın yükselip birden dışavurmasından farksızdır yaşanan toplumsal hadise. Bu dalgayı, tarihin belli bir anında pek çok faktörün yan yana dizilip kümelenmesi yaratmıştır. Ama ana tetikleyici, herhalde masum, barışçıl bir direnişe ancak zulüm olarak nitelendirilebilecek bir karşılık verilerek toplumda yaratılan büyük mağduriyet duygusudur. İnsanlar bu mağduriyete sessiz kalmayacaklarını seslerini bir çığlık halinde yükselterek duyurmuştur.

* * *

Haberin Devamı

Demokrasi ve korku yan yana yaşayacak iki kavram değildir. Bu anlamda yaşanan sürecin en önemli sonucu, “korku eşiği”nin aşılmış olmasıdır.
İnsanlar, bir büyük acımasızlık karşısında hükümete, kamu otoritesine karşı itirazlarını yüksek bir sesle haykırmaktan, bunun için sokağa çıkmaktan ve elinde muhtelif “can yakıcı” araçlar olan polise meydan okumaktan çekinmedikleri bir noktaya gelmiştir. Bu noktada korku artık hükümsüzdür. Dolayısıyla korkutarak sonuç alma yolu da kapanmıştır.
Taksim’den bütün Türkiye’ye yayılan bu duygunun merkez noktasında polisin sıktığı tazyikli su karşısında yıkılmayıp kollarını açan, “Sıkmaya devam et, senden korkmuyorum” mesajını veren siyah elbiseli cesur genç kadının duruşu yer alıyor. Bu, polisin yaptırım gücünün, daha doğrusu devletin caydırıcılığının tükendiği andır.
On binlerce insanı, biber gazından zehirlenme, tazyikli sudan ıslanma, polisten dayak yeme ve yaralanma riskine rağmen bir demokratik hakkını kullanmak üzere Taksim Meydanı’na yönelten de bu korku eşiğinin geride bırakılmış olmasıdır.

* * *

Haberin Devamı

Bu haliyle baktığımızda Türkiye’de demokrasinin en temel araçlarından biri olan gösteri özgürlüğünün yerleşmesi, toplumda kök salması anlamında tarihi bir dönemeç geride bırakılmıştır. Halkın sahip olduğu bir özgürlüğü çekinmeden, korkmadan kullanabilmesinin kanalı açılmıştır ve insanlar artık bu kanalda yol almaya devam edecektir.
Ve hiç kuşkusuz Taksim’deki eylemi değerli kılan, bir demokrasiye yakışır şekilde tümüyle sivil dinamikler içinde sergilenmesi, üstüne herhangi bir gölgenin düşmemiş olmasıdır.
Toplumun teneffüs etmeye alıştığı bir özgürlük alanı vardır ve bu nefes alanını daraltmaya hiç kimsenin gücünün yetmeyeceğinin görülmüş olması gerekir.
İnsanlarla bağırıp azarlayarak diyalog kurmanın, onları her fırsatta gazlamanın, haber alma imkânlarını kısmanın, devlet gücünü başkalarını ezmek ve susturmak için kullanma alışkanlığına kapılmanın, bu toplumun ruhuna sinmiş olan özgürlük geleneğine bir noktada çarpması kaçınılmazdı. Sonunda çarpmıştır.

Yazarın Tüm Yazıları