TCK 216’nın eşit işletilmesine hazır mıyız?

İSTANBUL 19. Sulh Ceza Mahkemesi Fazıl Say’ı 10 ay hapis cezasına çarptırırken, dünyaca ünlü piyanistin “dini değerleri aşağıladığı” yolunda bir kanaate vardı.

Haberin Devamı

Mahkemenin kararını dayandırdığı Türk Ceza Kanunu’nun 216’ncı maddesinin 3’üncü fıkrası, “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu düzenini bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” hükmünü taşıyor.
Say’ın mahkûmiyetine yol açan aşağılama suçu, sosyal medya üzerinden “tweet” mesajları ya da bir başkasının mesajının tekrarlanması şeklindeki “retweet” aktarımları yoluyla işlenmiş.
Bu tweet’ler içinde bundan 10 yüzyıl önce yaşamış şair-filozof Ömer Hayyam’a atfedilen dizeler de var, Say’ın kendi yazdığı ya da başkalarından aktardığı notlar da... Özellikle bir retweet mesajında “hırsız” ve “şaklaban” gibi sıfatlar yakıştırılan insanların genelleştirici bir bakışla “Allahçı” gibi takdim edilmesinin dava dosyasındaki en önemli delillerden biri olduğu anlaşılıyor.

*  *  *

Haberin Devamı

Meseleye hemen bu noktadan girelim. Eğer bu gibi ifadeler üzerinden dini değerlerin aşağılanmasının ifade özgürlüğünün kapsamı içinde olamayacağı, bu yöndeki beyan ve tutumların muhakkak önlenmesi gerektiği, bu çerçevede yasada suç olarak tanımlanıp yaptırıma bağlanmasında bir toplumsal yarar bulunduğu savunuluyor ve bu amaçla Say’a ceza veriliyorsa, o zaman galiba şu sorulara da samimiyetle ve cesaretle yanıt aramamız gerekecektir.
Madem gözetilen yüksek sosyal gaye dini değerlerin aşağılanmasını caydırmaktır, Türkiye’deki yargı bunu gerçekten her kesime eşit bir şekilde davranarak, herkesin hassasiyetlerini gözeterek yapmakta mıdır? Yargı sisteminin bu açıdan meseleye adilane bir şekilde yaklaştığı ve hareket ettiği söylenebilir mi?
Soruyu örneklerle açabiliriz. Türkiye’de Sünni çoğunluğun dışında kalan ancak toplumun sayıca azımsanmayacak bir kesimini oluşturan Alevi vatandaşlarımızın inançlarını, geleneklerini hakir gören çıkışlar söz konusu olduğunda, savcılarımızın aynı enerjik tutumu sergilediklerine tanık oluyor muyuz?
Herhangi bir savcının Aleviliği değersizleştiren bir açıklama üzerine soruşturma açtığını, keza mahkemenin de bu yöndeki bir fiili cezalandırdığına tanık olanınız var mı?

*  *  *

Haberin Devamı

Kaldı ki, inanç özgürlüğü söz konusuysa, meseleye burada konu edilen kitlenin küçüklüğü ya da büyüklüğü gibi niceliksel ölçütler üzerinden yaklaşmak vicdani bir duruşla bağdaşmaz. Bir inancın takipçisi olan kitlenin sayıca küçük, hatta küçücük (örneğin Yezidiler) olması, onların bu ülkede inançları aşağılanmadan, hürmet görerek yaşayabilme haklarına halel getirebilir mi?
Bu bağlamda sorulara devam edebiliriz. Müslümanlık dairesinin dışında kalan ve sayıca küçük gruplar oluşturan Hıristiyanların, Yahudilerin, Ermenilerin ve Süryanilerin kategorik bir şekilde aşağılandıkları fiiller bu ülkede yaptırım görüyor mu?
Dini azınlıklar toplum önünde –sınırlı dolaşımı olan tweet ve retweetler’den vazgeçtik- aleni bir şekilde aşağılandığında Türkiye’deki yargı mekanizması hemen devreye girerek mağdur edilen kesimi koruyucu bir tutum sergiliyor mu? Hadi hafızanızı biraz zorlayın, hatırladığınız bir mahkûmiyet var mı?
Üstelik dini azınlıklar söz konusu olduğunda, devletin özellikle bu kesimleri korumaya dönük pozitif bir yükümlülüğünün olması, çoğunluğun yararlandığı korumaya kıyasla biraz daha fazla özen ve duyarlılık göstermesi alicenaplığın gereği değil midir?

*  *  *

Haberin Devamı

Vicdan sahibi herkes, Fazıl Say’a verilen hapis cezasını değerlendirirken bu sorulara da yanıt vermek zorundadır.
Eğer Fazıl Say’a verilen 10 aylık hapis cezasıyla bu ülkede dini değerlere, kutsallara saygı konusunda yeni bir anlayışın yerleştirilmesi hedefleniyorsa, Türkiye’nin önce bu alandaki çifte standartlarıyla yüzleşmesi gerekmez mi? Bunun zamanı gelmedi mi?

Yazarın Tüm Yazıları