ERDOĞAN VE TARİH (2) Dış politikada ecdadı sahiplenme doktrini

SELÇUKLU-Osmanlı geleneğinin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dünyaya bakışında, bugünün sorunlarının çözüm anahtarlarını da taşıyan kutsal bir miras olduğunu dünkü yazımızda vurgulamıştık.

Haberin Devamı

Maziye atfettiği kusursuzluk o dereceye varıyor ki, bugün karşılaşılan bazı temel sorunların bir nedenini Osmanlı medeniyetinden uzaklaşılmış olunmasında görebiliyor Başbakan Erdoğan.
Bu bakışının en çarpıcı ifadelerinden biri, “Osmanlı medeniyetinde farklılıklar zenginliktir. Ama Osmanlı’dan sonra bir zaafa uğradık ve neticesinde diğerleri, ötekiler, biz, onlar gibi bu tür yaklaşım tarzları bizi birbirimize bağlayan kardeşlik özelliklerinde bir zafiyet meydana getirdi. Şimdi bunu aşmamız gerekiyor” şeklindeki sözleridir. (3/7/2009)
Kuşkusuz, bu sözleri Cumhuriyet döneminin ulus-devlet modelinin getirdiği tektipleştirici anlayışlara dönük kuvvetli bir eleştiriyi de içinde barındırıyor.

DÜNYA İÇİN TÜRKİYE FIRSATI

Osmanlı İmparatorluğu’nun Erdoğan’ın dünya görüşüne ve siyaset pratiklerine en çok tuğrasını vurduğu alanlardan biri dış politikadır. Erdoğan, bugün sıkça “Neo-Osmanlıcı” çizgide olmakla eleştirilen dış politikasını yine önemli ölçüde tarihi referanslar üzerinden tanımlıyor.
Başbakan, bugün eski Osmanlı coğrafyası içinde yer alan ya da bu sınırların dışında kalsa bile Osmanlı’nın ulaştığı, temas kurduğu, izlerini bıraktığı her bölgeyle ilgilenmeyi, hatta müdahil olmayı meşru gören bir dış politika doktrini üzerinden hareket ediyor.
Geçenlerde Kütahya’da “Muhteşem Yüzyıl” dizisine itirazı sırasında seslendirdiği “Ecdadımızın at sırtında gittiği her yere biz de gideriz” görüşü, aslında Erdoğan’ın dış politika açıklamalarında son zamanlarda en sık tekrarladığı düsturlardan biridir.
“Suriye karşısında neden yüksek sesli bir politika izlediği” konusundaki eleştirilere karşılık verirken ifade ettiği şu görüşler, Başbakan’ın bu bakışının en yalın anlatımıdır:
“Bu sorunun cevabı basit. Çünkü biz Devlet-i Aliyeyi Osmaniye’nin bakiyesi üzerinde kurulmuş bir ülkeyiz. Biz Selçuklu’nun ve Osmanlı’nın torunlarıyız.” (14/7/2012)
Erdoğan, bu noktada tarihinin Türkiye’ye (ve dolayısıyla kendisine) “bir misyon yüklediği” kanaatindedir. Bunu “Dünya için Türkiye fırsatı” olarak nitelendiriyor Başbakan, büyük bir özgüvenle. (23/7/2012)

Haberin Devamı

TARİHE BAKIŞTA SEÇİCİ ALGI

Haberin Devamı

Altı çizilmesi gereken bir başka olgu, Erdoğan’ın tarihe bakışının sıkça içte başvurduğu çatışmacı üsluba paralel bir düzlemde gitmesidir. Düşman kalelerini ele geçiren, büyük meydan savaşlarını kazanan, yeni coğrafyalara açılan fütuhat anlayışının onun zihin dünyasında çok değerli bir yer tuttuğu söylenebilir.
En çok sahiplendiği padişahların Osmanlı’nın yükseliş döneminin büyük fetihlere imza atan Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman gibi hükümdarlar olması bu açıdan şaşırtıcı değildir. Keza en çok atıf yaptığı Selçuklu sultanının da Malazgirt zaferini kazanarak Türk boylarına batıya doğru Anadolu’nun kapılarını açan Alparslan olması gibi...
Siyasi yolculuğunun Çankaya Köşkü’ne doğru yeni bir dönemine yöneldiği AK Parti’nin dördüncü kongresinde kürsüden delegelere ve Türk kamuoyuna, Alparslan’ın 1071’de Malazgirt Savaşı’ndan önce askerlerine yaptığı hitabı tekrarlayarak seslenmesi de bu bakışın izlerini taşıyor.
Son tahlilde Erdoğan’ın Osmanlı’ya bakışında seçici bir tarih algısının belirleyici olduğunu teslim etmeliyiz.
Her vesileyle kutsanan Osmanlı’nın nasıl olup da duraklama ve çöküş dönemlerine savrulduğuna ilişkin meseleler bu tarih bakışında yer almıyor. Başbakan’ın ecdadımıza atfettiği dokunulmazlık, belli ki bu gibi soruların tartışılmasına engeldir. Osmanlı tarihi, daha çok kahramanlık sayfaları ve özlemle hatırlanmalıdır.

Yazarın Tüm Yazıları