Muhteşem Yüzyıl dizisine neden kızıyor?

2012 Türkiye’sinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı izlemek, artık tarihle birlikte yaşamak demektir.

Haberin Devamı

Son dönemde Selçuklu ve Osmanlı mirasının Başbakan Erdoğan’ın siyasi söyleminde eskiye kıyasla daha geniş bir yer tutmaya başladığını, bugün attığı adımların çoğunun içinden tarihi bir referansın ya da izdüşümünün karşımıza çıktığını görüyoruz.

Başbakan, örneğin Taksim Meydanı’na kışla inşa edilmesi talimatını verdiğinde, bunun gerekçesini, “Taksim’de tarihi yeniden ayağa kaldırıyoruz” diye açıklıyor.

Bu girişten sonra, tarih olgusunun Erdoğan’ın ruh ikliminde, bilinçaltında, düşünce dünyasında ve bunların yansımalarını taşıyacak şekilde izlediği iç ve dış siyasetlerde nasıl bir yer tuttuğunu anlamaya çalışalım.

TARİHE KUSURSUZLUK ATFETMEK

EN baştan vurgulayalım, Erdoğan’ın tarihe bakışında zaman boyutu itibarıyla Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin belirleyicilik taşıdığını, Cumhuriyet’i ise “Devlet-i Aliye’yi Osmaniye’nin bakiyesi” olarak niteleme kalıbının artan ölçüde ön plana çıktığını söyleyebiliriz.

Başbakan, bütün açıklamalarında, “sahiplendiği” tarih döneminin miladı olarak Selçuklu Hükümdarı Alparslan’ın Bizans’ı yendiği 1071’deki Malazgirt zaferini alıyor.

Erdoğan, Malazgirt’ten başlayan, Melik Şah ve Kılıçarslan üzerinden Osman Gazi’ye ve Osmanlı’ya uzanan bu tarih dönemine mutlak bir kusursuzluk atfediyor. Neredeyse bin yıla yayılan bu dönem, onun açıklamalarında eleştiri dışı bir alan. Tarih, her seferinde, zaferleriyle, bütün ihtişamıyla yalnızca olumlu çağrışımlarla anılan bir gurur ve övünme konusu olarak beliriyor.

Tarih, onun gözünde, bugün karşılaştığımız modern çağa ait sorunların pek çoğunun yanıtlarını, çarelerini içinde taşıyan bir yol gösterici olarak da beliriyor.
Osmanlı ve Selçuklu tarihini öğrenme zahmetine girerseniz orada bugünün en modern haklarını bulursunuz” (15/6/2012) ya da “Selçuklu ve Osmanlı, bugünün evrensel değer ve ilkelerini en güçlü şekilde savunmuş, pratiğe dökmüş, yaşamış ve yaşatmış devletlerdi” (23/7/2012) gibi sözleri bu doğrultudaki sayısız açıklamalarından yalnızca ikisidir.

BUGÜNÜN ÇÖZÜMLERİ TARİHTE

BURADA
dikkat çeken bir nokta,

9 yüzyıl öncesinin özgürlük anlayışlarının bugünün modern çağa ait hak ve özgürlük kavramlarıyla eşdeğer tutulmasıdır.

Her halükârda, bugünün çözümlerini, mükemmellik taşıyan geçmişin “başarı hikâyeleri”nde arama çabası çok baskındır Başbakan’da: “Başka ülkelere, başka tecrübelere bakmamıza gerek yok. Biz, bize yeteriz. Bizim örneklerimiz içimizde. Ne kadar özümüze dönersek, aslımıza yönelirsek, mevcut sorunlarımızı o kadar kolay çözeriz, çözüyoruz...” (15/6/2012) Aynı tema iki hafta önce Kahire gezisinde de tekrarlandı.

Bütün bunlar dikkate alındığında, Başbakan’ın bir numaralı kurucusu olduğu AK Parti’nin “ilham kaynağı” olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Gazi’yi de görmesi şaşırtıcı değildir. Erdoğan, sonuçta partisinin misyonunu da “Osmanlı cihan devletinin ruhunun, misyonunun taşıyıcısı olmak” şeklinde tanımlıyor.

KANUNİ İLE ÖZDEŞLEŞMEK

OSMANLI
tarihi, Erdoğan’ın bakışında o ölçüde belirleyicidir ki, “AK Parti’nin bugün merkez sağ ve soldan yeni katılımlara kapıyı açık tuttuğunu” belirtirken bile “Osman Gazi’nin Anadolu’da beylikleri toplayarak güçlenmesi” benzetmesine başvurmaktadır. Bir kez daha bugünkü siyasetini tarihi bir referansla anlamlandırıyor Başbakan Erdoğan.

Burada kendisini de bir şekilde Osman Gazi geleneğinin 2012’deki devamı olarak gördüğü aşikâr AK Parti Lideri’nin. Zaten pek çok vesileyle siyasi yolculuğunu anlatırken, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’a da atıf yapması, iç dünyasında onlarla açık bir özdeşleşme, paralellik kurma halinin de söz konusu olduğunu gösteriyor.

Başbakan’ın “Muhteşem Yüzyıl” dizisine neden bu kadar çok kızdığı sorusuna yanıt ararken, galiba bu arka plana da bakmamız gerekiyor.

 

Yazarın Tüm Yazıları