ERDOĞAN VE İDAM CEZASI (3) Af yetkisinin kaynağı dinsel olabilir mi?

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen cumartesi günü Kızılcahamam’da yaptığı konuşmada idam cezasının yeniden getirilmesi yolundaki toplumsal talepten söz ederken sarf ettiği şu sözler kamuoyunun yeterince dikkatini çekmedi:

Devletin böyle bir yetkisi (af) olamaz ki... Devlet, kendine ait konularda böyle bir haksızlık varsa burada af yetkisini kullanabilir ama kalkıp da bir insan öldürülecek, onun ailesine ait olan yetkiyi devlet kullanacak... Böyle bir yanlış olabilir mi?”

Erdoğan devam ediyor: “Maalesef bunları ülkede yıllarca yaşadık. Temenni ederim ki, zaman içerisinde taşlar yerine oturuyor, bunlar da yerine oturacaktır.”

Dolaylı ifadelerle “Zamanla bu mesele de hallolur” mesajını veriyor Başbakan. En azından dileği bu yönde.

* * *

Başbakan, bu görüşünü ilk kez telaffuz etmiş olmuyor. Erdoğan, daha önce 9 Haziran 2011 tarihinde, yani seçimden hemen iki gün önce çıktığı ATV kanalında Abdullah Öcalan’ın 1999’da idam edilmemiş olmasından duyduğu rahatsızlığı anlatırken, “İdam ile ilgili bir konuda bu konunun af yetkisi öldürülenin ailesine aittir diye düşünürüm. Kalkıp devlet böyle bir af getiremez, getirmemeli...” diye konuşmuştu.

Kayıtlara bakıldığında, 7 Mart 2008 tarihinde de Uşak’ta halka seslenirken “Af yok mu?” diye soran bir vatandaşa Erdoğan’ın şu yanıtı verdiği görülüyor:

Yok. Suç işleyen cezasını çeker. Devlet katili affetme yetkisine sahip değil. Affetme yetkisi maktulün varislerine aittir. Öyle olması lazım. Bununla ilgili kanun çıkardığında en büyük zulmü yaparsın. Allah’ın yarattığı kula biz öyle zulüm yapamayız. Biz yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevmeyi biliriz.”

Görüleceği gibi, her üç açıklamanın içeriği de tam bir tutarlılık gösteriyor ve Erdoğan’ın samimi görüşlerini yansıtıyor.

Bu görüşünü Öcalan’ın durumuna uyarladığımızda, binlerce insanın ölümüne neden olan Öcalan hakkındaki idam cezasının infaz edilip edilmemsine ilişkin yetkinin devlette değil, şehitlerin ailelerinde olduğu sonucuna varabiliriz.

* * *

Öncelikle altını çizmemiz gereken bir nokta, Erdoğan’ın bu konudaki görüşlerini AK Parti’nin kuruluş yıllarında ve daha sonra iktidarının ilk döneminde  
açıklamaktan kaçınmış olmasıdır. Parti programında ya da başka taahhüt belgelerinde de bu yönde herhangi bir atıf yok.

Başbakan, iktidar zeminini genişletmesiyle birlikte 2008’den itibaren bu konuyu telaffuz etmeye başlıyor.

Erdoğan’ın bu görüşleri onun inanç dünyasının bir parçasıdır. Katillerin nasıl affedilebileceği, Kuran’da kısas hükümleri çerçevesinde düzenlenmiş, Hazreti Muhammed’in hadislerinde ve uygulamasında da yer alan bir konudur.

Kısas hükmüne göre, suç işleyen kişiye verilecek ceza da aynı türden olmalıdır, ancak öldürülenin velisine af yetkisi tanınmıştır. “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında kısas size farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Öldürülen kimse, kardeşi (öldürülenin varisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir...” (Bakara Suresi 178, Diyanet İşleri Başkanlığı Kuran-ı Kerim Meali)

* *  *

Erdoğan da af yetkisinin aileye ait olduğunu söylerken, bu dini kaynaktan hareket ediyor. Bu, onun itikadıdır; din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde kimsenin buna bir itirazı olamaz.

Tartışma, Başbakan’ın dini inançlarını pozitif hukukun tanımladığı bir alan için öne sürdüğü noktada patlak veriyor.

O zaman karşımıza çıkan soru şudur: Laik bir düzende dini kaynaklar hukuk düzenine eklemlenebilir mi? Bu soruya yarın yanıt arayalım.
Yazarın Tüm Yazıları