Biz doktorlar bunu hiç hak etmiyoruz

Pek çok meslektaşımız her gün şu veya bu şekilde hastanede travmaya uğruyor.

Haberin Devamı

Bazıları hastalarına yaptıkları yardımları, gösterdikleri özverileri -maalesef- canlarıyla ödüyor. Canım fevkalade sıkkın. Çünkü bu toplum o bizim tanıdığımız toplum değil sanki. Bu hasta yakınları o bizim alıştığımız güzel yüzlü, sabırlı, hoşgörülü, yardımcı ve müteşekkir insanlar hiç değil...

DOKTORLAR sadece “çok uzun eğitimlerden geçen, çok okuyup çok yazan ve çok çalışan meslek adamları” olmanın ötesinde, başka bazı ortak özellikleri de olan insanlardır. Mesela, beklenenden daha duygusaldırlar. Daha şefkatlidirler. Daha hoşgörülüdürler. Daha affedendirler. Doktorlar için, “hastalarının sağlıkları için çalışmak” her şeyden önce gelir ve bu onlar için adeta bir vazife gibidir. Belki de bu yüzden “çalışıyorum, öyleyse varım” deyimi en çok da onlara yakışır.
ÇOK ÇALIŞMAK...
Doktorların hastaları için yaptıklarını tanımlamaya yalnızca “çalışmak” sözcüğü de yetmez. Doktorlar “çalışmayı seven” dahası, “çalışmaya sevgi akıtan” iyi kalpli ve “ruhlu” kişilerdir. Gece demeden, gündüz demeden yardımınıza koşmaya hazırdırlar. “Gecesizlik ve gündüzsüzlük alışkanlığı” taaa tıp fakültelerinde okurken yapışmıştır üstlerine. Bir taraftan uzun gecelerde büyük sınavlara hazırlanır, okuyup yazarken diğer taraftan hastanelerdeki heyecanlı “fıçı nöbetleri” bekler onları. Meslek bileziği takmış büyüklerinden birkaç kelime öğrenmek, ve öğrendiklerini daha sonra pratik uygulamalarla zenginleştirmek uğruna ameliyathanelerde acil servislerde, kliniklerde sabahlarken gıkları bile çıkmaz.
ÖZVERİLİ OLMAK
Çünkü hekimliğin beyinlerine yüklediği “ruhluluk” sağlıkla ve insanla ilişkili her şeyi, her bir ayrıntıyı ayrılmaz bir özellik olarak kalplerine çoktaaan yapıştırmıştır, çıkmaz ölene kadar da...
Doktorlar özverili insanlardır:
Özverileri sadece kendi hayatlarıyla ilişkili de değildir, ailelelerini de ortak ederler bu özveriye. Otuzlu yaşların ortalarını bulana kadar ne evdeki hamile ya da çocuklarını büyütme sorumluluğunu tek başına yüklenen eşlerinden, ne okulda okuyan küçücük bebelerinden ve onların derslerinden ya da beylerinin iş sorunlarından haberleri bile olmaz. Çünkü her şeylerini “özverili olmak” üzerine planlamaları konusunda daha tıbbiyenin kapısından girer girmez şartlandırılmış ve kurgulanmışlardır. İnsanlarla onların arasındaki sevgi bağının güçlülüğü ve sonsuzluğu bunu gerektirir zaten. Belki sizi kızdıracak, hatta azıcık üzeceğim ama, yaptıkları fedakârlıklardaki temel ilkelerden biri de “az sadakat bekle, çok sadakat bul!” olarak özetlenebilir doktorların. Tahammüllüdürler. İyi niyetlidirler. Fedakârdırlar. Çabuk inanırlar. Bilginizi saklarlar. Çok güvenirler. Ve de... İnsanın insana fenalık yapmayacağını düşünürler. Hele hele hizmet verdikleri acil servislerde, hastane koridorlarında, kliniklerde, nöbet odalarında kendilerini sonsuz ve sınırsız bir güven içinde hissederler. Öyle hissettikleri için de ek bir “güvenlik” kavramından bihaberdirler. Öyle ya! Hayatlarını adadıkları hasta ve hasta yakınlarından onlara olsa olsa sevgi ve saygı gelir, hürmet, iltifat gelir; küfür, darbe, sopa, bıçak, tabanca, tüfek değil...
Pek çok meslektaşımız her gün şu veya bu şekilde hastanede travmaya uğruyor. Hatta bazıları Gaziantep’teki genç doktor kardeşim Ersin Arslan gibi (Allah rahmet eylesin), hastalarına yaptıkları yardımları, gösterdikleri özverileri -maalesef- canlarıyla ödüyor. Canım fevkalade sıkkın. Çünkü bu toplum o bizim tanıdığımız toplum değil sanki. Bu hasta yakınları o bizim alıştığımız güzel yüzlü, sabırlı, hoşgörülü, yardımcı ve müteşekkir insanlar hiç değil. “Hak edilen, karşılaşılmamış çiledir” doğru!  “Hepimiz biriz” kesin! “Benlik, birlikte yaşamakta bulunur!” tartışılmaz!
Ama bilin ki doktorlarınız fevkalade kırgın, son derece üzüntülü. Ve inanılmaz ölçüde müteredditler haberiniz olsun.

Haberin Devamı

Ankara Numune deneyimi

Haberin Devamı

ON yıla yakın bir süre Türkiye’nin en büyük hastanelerinden birinin, Ankara Numune Hastanesi’nin başhekimliğini yaptım. Binin üzerinde doktorun çalıştığı, üç bine yakın sağlık personelinin canla başla fakire fukaraya ve aynı zamanda da parası pulu olana, okumayana, okuyana, işçiye, köylüye ve aynı zamanda da Ankara’nın yüksek bürokrasisine hizmet verdiği bir hastaneydi Ankara Numune.
Güzel günlerdi
17 Ağustos depremi dahil pek çok dramı birlikte yaşadık doktor arkadaşlarımızla. Numunenin acili Türkiye’nin en büyük acillerinden biriydi. Yüzlerce genç doktor arkadaşımızla, asistan, baş asistan, klinik şefi, uzmanı ve pratisyeniyle gece gündüz hizmet verdik. Hastalara, yaralılara, şifa arayanlara... Ama bu on yıl içinde bir tek “doktora yönelik travma” hadisesiyle, şükürler olsun, yüz yüze gelmedik. Güzel günlermiş...
Evet, o günler gerçekten güzel günlermiş! Şimdi her şey çok farklı... Türkiye olağanüstü hızla giden bir trene benziyor. Ve çok ama çok hızlı bir değişim içinde. Bu değişimin insani değerlerimizi, bizi biz yapan güzelliklerimizi ciddi biçimde törpülediği kesin.
Çocuğunu öldüren babalar, karısını döven kocalar, analarını babalarını yaralayan çocuklar bu yeni Türkiye’nin çirkin ve üzücü manzaraları. Bu manzaralara son yıllarda bir de “doktor dövmeler” dahası ve inanılmazı “doktor öldürmeler” eklendi.

Yazarın Tüm Yazıları