Hepimiz münferitiz!

İÇİŞLERİ Bakanı İdris Naim Şahin’i dinliyorum televizyonda.

Haberin Devamı

Adıyaman’da Alevi vatandaşların evlerinde tuhaf çizikler, işaretler belirmiş. Nazi’lerin Yahudileri işaretleme kampanyasını hatırlamış birden bire herkes.
Bakan içimizi su serpmeye çalışıyor. ‘Bu münferit bir olay’ diyor bir kere, her ne demekse... Sonra devam ediyor: ‘Bunu yapanlar çocuk.’
Ben de içime su serpilmesi bir yana, karamsarlığa kapılıyorum bu sözleri duyunca. ‘Keşke yetişkin olsaymış, üç-beş serseri olsaymış’ diyorum içimden.
Çünkü sahiden çocuksa o işaretlemeyi yapanlar, durumumuz sanılandan daha vahim demektir. Küçücük çocuklar bile Alevi komşularını ‘öteki’ olarak görmeye başladıysa, onlardan nefrete daha bu yaşta başlanıyorsa, durum sahiden çok vahim.
Geçen hafta sonu İstanbul’da, Ermenistan’ın 20 yıl önce Azerbaycan’ın Hocalı kasabasında yaptığı katliamı protesto için bir miting yapıldı. Mitingde, Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ın giydiğinin benzeri beyaz bereler giyen bir grup da vardı, Taksim meydanı nefret çağrılarıyla inledi, bazı miting katılımcılarının gururla taşıdığı bir pankartta, ‘Hepimiz Ermenisiniz hepiniz piçsiniz’ yazılıydı.
İçişleri Bakanı Şahin o mitingde o pankartların ve o berelilerin önünde bir konuşma yaptı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, o çirkin pankartı ‘münferit’ ilan etti, beyaz bereli tosunların Agos’a yürümek istemesine ise hiç değinmedi bile.
Sonra İstanbul Sarıyer’de bir Ermeni vatandaşımızın evinin bahçesine aynı mitingin kahramanlarından beyaz bere atıldı. Kısa zamanda anlaşıldı ki bereyi atan Ermeni vatandaşın bir komşusudur, okumuş yazmış birisidir, bir avukattır.
Tabii bu olay da münferit.
Irkçılığın, nefretin açıktan açığa ve fütursuzca sergilendiği, sadece iktidar partisinde değil pek çok partide kendine taraftar bulduğu, ırkçılığı eleştirir gibi duranların bile bir bölümünün de aslında ırkçı davranışlara mazeret uydurdukları güzel ve yalnız bir ülkemiz var.
‘Münferit’ diye diye, aslında nefretin, ırkçılığın üzerini örtüyoruz. Aslında örttüğümüz şey başkalarının değil kendi ırkçılığımız.
Bu durumda hepimiz münferitiz.

Haberin Devamı

Savcıların denetlenmesinde ilk adımlar...

Haberin Devamı

BİRKAÇ gün önce açıklaması yapıldı, ancak bugün yazmaya fırsat bulabildim. Konu önemli. Konu, Türk yargısının temel sorunlarından biri olan savcılarımız soruşturma kalitesinin arttırılması.
Bu köşeyi sürekli okuyanların artık görmekten sıkıldığını tahmin ettiğim bazı rakamları tekrar vereceğim, izninizle. Çünkü sorun bu rakamlarda gizli ve elbette çözüm de...
Savcılarımızın bir yıl içinde toplam 100 kişi hakkında soruşturma yaptığını varsayalım. Bu soruşturmalar ortalama 310 gün sürüyor. Bu 310 günün sonunda 100 kişiden 50’sine dava açılıyor sadece, geri kalanlar soruşturulduklarıyla, poliste savcılıkta ifade verdikleriyle, belki gözaltına alındıkları hatta tutuklandıklarıyla kalıyorlar. Hayatlar aksıyor, aileler çatırdıyor, arkadaşlıklar ilişkiler bozuluyor, ne gam.
Hakkında dava açılan 50 kişinin yargılaması bir hayli uzun sürüyor ve sonunda da bunlardan sadece 17’si mahkumiyet alıyor.
Yani yargı sisteminin bir tarafından 100 kişi giriyor öteki tarafından 17 kişi mahkumiyetle çıkıyor.
Bu iki hatadan birine, belki de ikisine birden işaret ediyor:
1. Gerekmediği kadar çok kişi hakkında soruşturma yürütülüyor, bu sebeple savcıların, polisin ve çok daha önemlisi masum vatandaşın zamanı boşa harcanıyor;
2. Gereksiz, delili yeterince toplanmamış, kullanılan 310 güne rağmen adam gibi soruşturulmamış davalar açılıyor, zamanlar boşa geçmeye hatta özgürlükler kısıtlı kalmaya devam ediyor, nihayetinde soruşturmaya uğrayan 100 kişinin 17’si, hakkında dava açılanların ise yüzde 35’i mahkum edilebiliyor.
Şimdi Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) bu yukarıda anlatmaya çalıştığım karmaşık soruna bir neşter atmak için savcılarımızın terfi yönetmeliğini değiştirmeye karar vermiş. Buna göre savcılarımız, açıp tamama erdirdikleri soruşturma/dosya sayısıyla değil, yazdıkları iddianameler sonucu elde ettikleri mahkumiyet oranlarıyla puan alacaklar ve bu puanlar uyarınca terfi edebilecekler.
Bana göre olumlu bir başlangıç ama yetersiz bir önlem. Umuyorum ki HSYK savcılarımızın ciddi miktarda vatandaşı mağdur eden denetimsiz davranışlarını düzeltebilmek için başka başka önlemleri de devreye alacak.

Haberin Devamı

Hakimlere AİHM kriteri iyi ama...

HSYK’nın bir başka hazırlığı da hakim terfilerini etkileyecek. Buna göre hakimler, yürütüp sonuçlandırdıkları davaların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden dönmesi durumunda bundan olumsuz etkilenecekler.
Olumsuz etkilenecekler ama bir şartla: Eğer hakimin kararı yasanın yorumuna dayanıyorsa. Yani karar yasadan kaynaklanıyorsa AİHM’den karar dönmesinin hiçbir sakıncası yok; ama yok hakimin yorumu ise sakıncalı.
Bütün hakim kararları yasadan kaynaklanır ve elbette bir ölçüde de yasanın yorumundan. Hangi durumda hangi noktaya kadar yasanın öyle olduğuna, hangi noktadan itibaren yasanın değil de hakimin ‘sakıncalı’ yorumunun bu karara yol açtığına kim karar verecek? Bir hakim kendi hakkını aramaya kalktığı zaman ne olacak?
Bence yargı erkinin yorum ve uygulama yoluyla, içtihat yoluyla yasa yaratması veya ülkenin yasalarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM kararlarına uyumlulaştırılması yönünde bir sorumluluğu da olmalı.
Yani, bir yasanın AİHM kararlarıyla ve AİHS ile çeliştiğini düşünen mahkeme başkanı, elindeki yetkiyi kullanıp o yasa aleyhine Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir veya AİHS’nin yasaların üstündeki statüsünden söz edip farklı bir karar verebilir.
Sadece verebilir değil, aslında vermelidir. Çünkü Anayasa böyle emrediyor.
O yüzden hakim terfilerinde AİHM kararlarına ilişkin ‘Şu yasadan bu da yorumdan’ diye bir ayrım getirilmemeli, kararı AİHM’den dönen her yargıç bundan etkilenmeli.

Yazarın Tüm Yazıları