New York’tan bakınca en güçlü kadın Hürrem

Türkiye’de kadınların arasından çıkmış bir fikir önderi var mı? ‘Ground Zero Camii’ imamının karısı, New Yorklu Daisy Khan’a göre var.

Osmanlı’nın padişah eşleri. Hürrem!.. Öyle mi gerçekten?.. Eş olma durumu mu belirleyici olan?.. Jackie Kennedy’nin dediği gibi...
En iyisi geyşalık mı?


İmam Faysal ile söyleşi bitti. Bu sefer yanındaki odada çalışan karısı Daisy Khan ile konuşuyoruz.
Keşmirli. Müslüman kadın hakları için mücadele eden... Ve hem kocasının sözcülüğünü... Hem de kurduğu kadın örgütünün yöneticiliğini yürüten bir aktivist. Faysal’ın üçüncü karısı.
“Nedir çizginiz” dedim. “Feministsiniz değil mi?” Birden irkildi. “Hayır hayır” dedi hemen. “Kendimizi öyle tanımlamıyoruz.”
Sonra durdu. “Ama” dedi. “Feminizmin kadınlara kazandırdığı haklardan yararlandık. Biz, feminizmin omuzları üzerinde yükselen bir Müslüman kadın hareketiyiz.”
Bir rahatsızlık var. 1970’lerdeki seks devrimine neden olduğu için çağrıştırdığı ‘ahlaksızlık’ mı... Yoksa geleneksel Batı karşıtlığıyla, Batı’nın her bir şeyini reddetme refleksi mi?.. Ama sonuçta irkiliyorlar. Müslüman kadınlar, üstlerine feminizm etiketi yapışsın istemiyor.
“O zaman neler yaptığınızı anlatın. İşinizin tarifinden gidelim” dedim. “İki şey” dedi. “Bir yandan Batı’daki ‘Müslüman kadınlar yaşadıkları toplumlarda ikinci sınıf insandır’ algısını değiştirmeye çalışıyoruz. İkincisi de Müslüman kadınların toplumda daha iyi yerlere gelmesi için çalışıyoruz.”
“Birbiriyle çelişen iki iş yapıyorsunuz o zaman” dedim. “Çünkü bir yandan Müslüman kadınların ikinci sınıf insan muamelesi gördüğünü kabul edip bununla mücadele ediyorsunuz. Bir yandan da Batı’dakilere ‘Hayır Müslüman kadınlar ikinci sınıf sayılmıyor’ diye imaj çalışması yapıyorsunuz”. Bir şey demedi.
İş, Müslüman kadınların tarihte ne kadar önemli roller üslendiği meselesine gelince de... “Kimler var” dedim. Padişah eşleriyle başladı. “Hürrem, Kösem, Safiye...”
Bir dönem New York kitapçılarını kaplayan pembe roman isimleri...

Havalı feministler itaatkâr Müslümanlar ‘sarı kadın’ şöhretler

Daisy Khan ile konuşmamıza haksızlık etmiş olmamak için söylüyorum. Dünya görüşü, dine yaklaşımıyla... Khan aslında Müslüman hareketleri içinde karşınıza çıkacak en aydınlık dimağlardan biri.
Ancak mesele... Sorun aslında hareketin temsil ettiği isimlerden değil. Toplumsal dinamiklerden kaynaklanıyor. Çünkü Türkiye gibi Müslüman çoğunluklu ülkelerde kadın hareketleri birkaç açıdan tıkanıyor.
Hak mücadelesi verecekseniz. Karşınızdaki erkeklerle gerekirse çatır çatır kavga edeceksiniz. Ama bunu yapacak feministler fazla ‘havalı’ kaçıyor... Bir taban hareketi başlatamıyor.
Tabanı temsil eden Müslüman kadınlar fazla itaatkâr oluyor. Seslerini yükseltmiyor.
Tetikleyici olacak... Kıvılcımı çakacak şöhretler ise toplumun eğilimlerini karşısına almamak için alenen erkekçilik yapıyor. Bu bir davaysa... Davanın ‘satıcısı’ oluyor. Bir tür ‘sarı kadın’... ‘Ayak yıkayıcı’ rolü üstleniyor.
“Kimler var” diye sordum Daisy Khan’a. “Hareketin Türkiye ayağına kimler destek veriyor?”
“Tasavvuf düşünürü Cemalnur Sargut en önemli isim” dedi. Ardından saydı. Cüneyd Zapzu’nun karısı Beyza Zapsu... AKP Milletvekili Nursuna Memecan... Şakirin Camii’nin mimarı Zeynep Fadıllıoğlu...
Türkiye profili düşünüldüğünde... Bir tür sosyetik İslam cemaati çıktı ortaya. Kadın imam fikrini destekleyecek kadar reformist... Başörtüsünün zorunluluk olmadığını savunacak kadar Batı’ya uyumlu... New York usulü bir Müslümanlık...
Sonra da bir konferanstan bahsetti. Ve kurduğu ‘Kadınların Maneviyat ve Eşitlikte İslami Girişimi’ (WISE) derneğinin önümüzdeki ay Türkiye’de bir liderlik konferansı düzenleyeceğini anlattı. 50 ülkeden 200 toplum lideri kadını bir araya getirecek... Ve İslam dünyasında kadın haklarının geliştirilmesini tartışacak bir toplantı. Ben “Türkiye’den bilindik isimler var mı” diye sorunca da... “Emine Erdoğan” dedi. “Başbakan’ın eşinden cevap bekliyoruz.”
Uzun uzun konuştuk o gün Daisy Khan ile. Kocası ile birlikte çalıştıkları Cordoba Girişimi’nin ofisinde saatlerce vakit geçirdim. Ve çıkarken şöyle bir tablo oluştu.
11 Eylül’den sonra katalizörü New York olan... Fikri temeli Karagümrük’teki Cerrahi Tekkesi’ne kadar uzanan İmam Faysal’dan fetva alan... Batı normlarında... Türkiye’de Beyza Zapsu gibi kadınların camide karma namazda saf tutmasına kadar yansımaları olmuş... Belki tabandan kopuk... Ama feminizmden uzak kalma alışkanlığını sahiplenmiş... Toplumun tepesine daha yakın bir Müslüman kadın hareketi. “Tutar mı tutmaz mı”dan önce asıl topalladığı yer ise iki şey... Birincisi kendine karşı dürüst olmama. Müslüman kadınların dünyanın birçok ülkesinde ikinci sınıf insan muamelesi görmediğini iddia etme. İkincisi ise liderlik... İlk tezi çürütmeye çalışırken... Sultanahmet’te binlerce insanı toplayan Halide Edip’lerden çok olmadığı için... Sultanları, politikacı eşlerini lider sayma...

Steinem bile yaşlanabilir

Başkan Kennedy’nin karısı Jacqueline Kennedy’nin kocası suikaste uğradıktan sonra yaptığı söyleşiyi okuyorum. 47 yıl mühürlü kaldıktan sonra kitap yapılan konuşmanın gazetelerde çıkan bölümlerini... Bir yerde konu karı-koca ilişkisine geliyor. Ve aynen şöyle diyor Kennedy: “En iyisi bir Japon karısı olmak.”
Kennedy’nin de Amerika’da bir kadın lider figürü sayıldığı düşünülecek olursa... Bunun sadece Müslüman toplumlara özgü bir durum olduğu zannedilmesin diye anlatmak istedim. Şimdi nasıl Michelle Obama varsa. Bu gidişle seneye de, Rick Perry’nin hemşire karısı Anita Perry’nin öyküsünü okumak zorunda kalacağız.
Ancak fark... Kennedy’ler, Obama’lar orada duruyorken... Dönemin koşullarına göre içlerinden çıkarttıkları bir kadın kanaat önderi de mutlaka oluyor. 1970’lerdeki isyan dalgası feminizmi beslerken Gloria Steinem’ı görüyorsunuz. Kavga ederken... 1980’lerdeki televizyon devriminden sonra ise Oprah’ı izlemeye başlıyorsunuz. Kavgacı değil, etkisini yaygınlaştıran sakin gücünü...
Müslüman toplumlarda sık rastlanmayan kısım işte bu. Birinin karısı olmadan sivrilen... Etkisi geniş bir kadın kanaat önderi. Bahsettiğim, bir kadın çıksın ve bütün ömrü boyunca bu rolü üstlensin de değil. Dönemini yansıtan bir kanaat önderi...
Çünkü şu da var... DSK olayı iyice karışınca... New York’ta artık köşesine çekilen Gloria Steinem’a sormuşlardı birkaç ay önce. “Savcı iddianameyi geri çekerse ne düşünürsünüz” diye. Yusyuvarlak bir cevap verdi. Savcının genel performansına bakmak lazımmış. Belirleyici olmazmış vesaire... Savcının arkadaşıymış meğer.
DSK vakası sonrası... Şimdi kadınların tecavüze uğradıklarını polise bildirme oranlarının düştüğünü gösteren araştırmalar çıkıyorken Steinem bile bunun söylüyorsa... Kabul edecekseniz. Herkesin bir dönemi olur!.. Ve herkes yaşlanır!..

Sizin üstünüzden para kazanma vakti

Bambaşka bir konu ama yine yaşanan dönemin dönüşümünü gösteren bir örnek... Google’ın hafta içi restoran rehberi Zagat’ı satın alması. Hikâyeyi birçok açıdan ele alabilirsiniz. Arama motoru içerik işine ağırlık veriyor... Aramaların yüzde 20’si insanların kendilerine gidecek bir yer aramasıyla ilgili olduğu için pozisyon alıyor. Şimdi de restoran eleştirisini tekelleştirecekler... Böyle uzar.
Ancak para eden Zagat’ın çalışma şekli... Bence bu dönem asıl üstünde durulacak kısım. 100 ila 200 milyon dolar kazanmış Zagat Ailesi bu işten. Ve ortaya koydukları tek varlık, restoranlar hakkında seçilmiş birkaç bin kişinin yaptığı yorumlar. Google, Zagat’tan önce Yelp’i almak istemişti. Onun da tek sermayesi okur yorumlarıydı. Huffington Post’un satışına bakın. Orada da tek içerik blogger’ların yazdığı yazılardı. Twitter ise bunun en gelişmiş örneği.
Demek istediğim şu... Eskiden ‘Başkalarının sırtından para kazanmak’ denirdi buna. Şimdi inovasyon deniyor.
Sizi çalıştıran... Sizi konuşturan... Size yazı yazdıran. Zengin oluyor!..
Yazarın Tüm Yazıları