Kalabalık bir suçtur 12 Eylül! Yalnızca Evren yeter mi?

“DARBE suçlusu” şüphesiyle ifadeye çağrılan 12 Eylül Paşası Nejat Tümer’in ölüm haberini alınca hatırladım.

Haberin Devamı

Kenan Evren, Ertuğrul Özkök ve Fikret Bila’ya şöyle demişti:

“Eğer halk ‘evet’ der, geçici 15. maddeyi kaldırırsa, o zaman hiç yargılamaya gerek yok, ben intihar ederim...”

Zaten garip bir yargılama dönemi yaşıyoruz.

Davası sürenler intihar ediyor.

Onur ve gurur, şüphe ve iddiayla çarpışınca; tek kişilik bir düello başlıyor.

Suç, günaha karışıyor. Ceza bu dünyadan uzaklaşıp, intihara dönüşüyor.

Acaba diyorum:

- Evren de böyle tek kişilik bir düello yaşıyor mudur içinde?

“Darbeci” suçlamasıyla ifadeye çağırıldığında acaba nasıl bir psikoloji içindeydi?

Ne hissetti?

Bugünün 90’lık emekli generali, geçmişin “imparator paşası”na sordu mu bunu?

Bir dönemin tek söz sahibi Paşa’sına...

10 yıl boyunca boy boy manşetler. Yazılar, övgüler. İsmi verilen caddeler, okullar. Fahri doktora talepleri. Törenler, selam duruşları. Kurdele kestirmeler, görkemli açılışlar. Üniversite kürsüleri. Kendisinden sonra gelen sivil cumhurbaşkanlarının onu Çankaya Köşkü’nde törenle ağırlamaları.

Haberin Devamı

Düşünsenize; 10 yıl boyunca; o ne derse, o olmuş.

O oturunca herkes oturmuş.. O kalkınca herkes kalkmış.

O yürüyünce yürünmüş. Durunca çıt yok...

10 yıl boyunca iktidarın mutlak Evren’i...

Kapısında düğme ilikleyenlerin Evren’i...

Bir ihale daha alabilmek için önünde topuk selamı verenlerin Evren’i.

İş dünyasının Evren’i.

Nefes almaya korkan bürokratların paşası.

Onun doğum gününde şarkı söylemek için takla atan sanatçıların Evren’i..

Bir resepsiyona davet edilmek için her türlü yağcılığı yapan gazetecilerin paşası.

O zaman darbeyi “demokratik bir çözümmüş” gibi gösterenlerin Evren’i...

Bugün demokrat kesilen, o gün Evren’e ve darbeye övgüler düzen köşe yazarlarının Evren’i...

Meydanlarda alkışlayan, “Varol paşam” diyenlerin Evren’i.

Damatlara yaklaşmak için binbir türlü numara çeviren, torpil kuyruğuna girenlerin Evren’i...

İşte o Evren .

25 yıl sonra arkasına bakınca şimdi ne düşünüyordur acaba?

Arkasındakiler nerededir?

Arkası var mıdır?

İfadeye çağırılan 90’lık general, 20 yıl önceye dönüp, devlet başkanı olan komutan Evren’e soruyor mudur şimdi:

Haberin Devamı

“Nerede bu köşe yazarları, işadamları, sanatçılar, alkışçılar?”

HANGİ HALK GERÇEKTİR?

Tek kişilik düellosundan intihar çıkaran 90’lık general, belki de şimdi anlıyordur.

Bir filmin son sahnesi gibi.

Evinde yalnız.

Gözlerindeki o buğulanma yatak odasının duvarlarına doğru yansıyınca.

Garip ama tanıdık birer siluet gelip dayanır o duvarlara.

Alacakaranlık duvarlarda insana benzer şekiller. Halüsinasyondan vicdan azabına doğru geçen karışık duyguların siluetleri.

Belli belirsiz bir darağacı alacakaranlıkta. Odanın duvarında bir gencin karaltısı.

Bir filmin son sahnesi gibi:

- Gelip o yeşil ve kirli parkasıyla bir genç, öteki dünyadan bir “korsan miting” gibi dikilir darağacının bulunduğu duvara... (Bazen hayaletler de korsan miting düzenler utandırmak için katillerini.)
İşte o filmin sahnesinde; hiç tanımadığı bir yargıca doğru bağırır 90’lık paşa:

Haberin Devamı

- Ben mi yaptım yalnızca! Ben mi? Ben mi?

- Diğerleri nerede? Nerede bu alkışçılar?

Dış ses sorar paşaya:

- Sen hiç düşündün mü? Darbeyi yaptıktan sonra alkışlayan halkla, devrimi yapan halk arasında ne fark vardır?

İç ses cevap verir:

- Darbeden sonra meydanlarda darbecileri alkışlayan halk, iktidarın ve korkunun sabun köpüğü bir kalabalıktır. İktidardan düşünce bulamazsın.

- Devrimi yapan halk ise kalıcıdır, sahicidir. Köklüdür.

Klasik bir halk dersidir bu aslında. Çoğu zaman masal diye anlatılır.

Ama kanlıdır.

Dünyanın her yerinde okutulur.

Şili’de, İspanya’da, Pakistan’da “bitirme tezi”dir.

Almanya’da “kadavra dersi”dir.

Afrika’da, Amerika’da, kölelere “zincirlenmiş ağaç kökü” olarak okutulur...

Haberin Devamı

İşte şimdi de Türkiye’de okutulmaktadır.

Böyle bakınca belki Evren de “neden intihar etmek istediği” sorusuna bir cevap bulabilir.

Ama yine de en saf haliyle soracaktır:

- Nerede bu alkışçı köşe yazarları, kapımda bekleyenler, resepsiyonlarda etrafımı çeviren o takım elbiseli kalabalık şimdi nerede?

Sormalıdır da; çünkü tek kişilik bir suç değildir 12 Eylül...

Yataklık edenleri, o yatağa yatanları, yıkayıp yağlayanları, goygoycuları, teorisyenleri, darbe zenginleri, darbe yazarları, demokrat darbecileri, “O my God! Brawo Mr. Evren” diyen sınır ötesi destekleriyle kalabalık bir suçtur 12 Eylül.

Bu nedenle soruyorum:

- Yalnız Evren yeter mi?

İşadamları, sanatçılar, yargıçlar, yazarlar, zangoçlar, alkışçılar, “sivil!” toplum kuruluşları?

Haberin Devamı

Siz de soruyor musunuz aynaya bakarak:

- Korkudan kararmış vicdanlarınızdaki yargıca; ne renk bir cüppe giydirdiniz?

İKİNCİ YAZI:

Öfkeli Kürt oylarının büyük şehir çarpanı

ERDOĞAN keskinleştikçe CHP’de Kürt oyları üzerine bir beklenti oluşuyor.

Erdoğan, “Kürt meselesi bitmiştir!” gibi açıklamalar yaptıkça;

- Diyarbakır Meydanı’ndaki gibi; “BDP ile CHP anlaştı” dedikçe;

- “Kürt meselesini biz çözdük” gibi bir noktada ısrar ettikçe;

- Etnik sorunların ve insan hakları eksikliklerinin çözümünü, “dindaşlık” olarak gösterdikçe.

- BDP’yi teröristle işbirliği yapan bir parti olarak gösterdikçe;

Kürt oylarında bir öfke kabarması seziyorum.

Özellikle CHP kurmayları büyük şehirlerdeki bir öfkenin izini sürüyorlar.

Beklenti şu:

“Başta İstanbul olmak üzere, Batı’daki büyük şehirlerde, öfkeli Kürtlerin Erdoğan’a karşı CHP’ye oy vermeleri...”

KCK tutuklamalarından bunalan BDP’nin içinde de böyle bir eğilim olabilir.

Tutar mı bu bilmiyorum.

Özellikle İstanbul’da bunu daha net göreceğiz.

ÜÇÜNCÜ YAZI:

Seçimin sürprizi

CHP’nin aile sigortasına dikkat!

Bir sürpriz yaratabilir.

Çünkü o sigortada, her aileye 600 lira verileceği sözü var.

- O para kime verilecek?

- Kadının hesabına yatırılacak.

Bugüne kadar erkeğin arkasında ekonomik gücü olmadığı için ezilen kadınlarda bu büyük bir etki yaratabilir.

Sandığa gidince bu sigortayı ekonomik özgürlük olarak görebilir.

Aslında bu tür “seçim vaatleri” bir anlamda, “sandık rüşveti”dir.

Ama ne yazık ki, bizim demokrasimizde, oy zamanı bu tür rüşvetler artık gelenekten sayılıyor.

Kömürden makarnaya, buzdolabından bulgura kadar uzanan bu “seçim rüşvetleri”ni hatırlarsak, bu sigorta ezilen kadın için, kalıcı bir “fayda” olarak da yorumlanabilir.

“O ne verdiyse ben bir fazlasını veriyorum” diyen siyaset anlayışından kurtulamadık.

Rüşvet ama, ne yazık ki etkili oluyor.

Yazarın Tüm Yazıları