Referandum mühründe neden ‘Evet’ yazıyor?

YURT dışında yaşadığım için, Türkiye’ye girişte havaalanında oyumu verdim.

Haberin Devamı

Ve birden kendimi çok kötü hissettim.

“Ben başka bir şey söyleyecektim, acaba başka bir şey mi söyledim” duygusuna kapıldım.

Panik oldum.

Şöyle ki...

Kağıdın solunda “Evet” yazıyor, sağında “Hayır”.

Sana mührü veriyorlar, kabine gidiyorsun.

“Hayır”ı işaretliyorsun ama “Evet” yazıyor.

“Bu ne ya!” oluyorsun, dumura uğruyorsun.

Ben öyle oldum yani.

Ben “Hayır” diyecektim, burada “Evet” yazıyor!

Çünkü mühre “Evet” yazmışlar.

Yani şıkların sadece “Evet” ve “Hayır” olduğu bir durumda; mührün “Evet” şeklinde olması tuhaf değil mi?

Üstelik sakıncalı da.

Kafa karıştırıyor.

Ayrıca sayım sırasında hata olabilmesi de mümkün.

Gerçekten “Hayır” olan o “Evet”lerin, doğru değerlendirileceğinin garantisi var mı?

Kağıdın üzerinde her tarafta “Evet” yazıyor!

Bu ayrıca insanda, “Sen hayır desen, kaç yazar?” hissi de uyandırıyor.

Ya da sen “Hayır” demeye çalıştıkça, birileri sana “Evet” dedirtiyor gibi geliyor.

Bir tür psikolojik baskı gibi.

Benim hiç ama hiç hoşuma gitmedi.

Niye çarpı koymuyoruz?

Ya da başka formül bulunmuyor?

Şükür kavuşturana

YILLIK izin, evlilik yıldönümü, İstanbul-Bodrum-Mikonos derken... Sonunda kürkçü dükkanına döndüm.

Yüzde 100 nemli İstanbul’dayım.

Ama mutluyum, mesudum.

Geleneksel evlilik yıldönümünü Mikonos’ta kutladık.

Son üç senedir yaptığımız gibi.

Gerçi biz herkesin gittiği rotaları gitmeyi tercih etmiyoruz, zaten Mikonos olmuş bir Bodrum. Atlas Jet sağolsun, Perşembe-Pazar o kadar çok Türk taşıyor ki oraya, sağın, solun, arkan, önün Türk.

Adım attıkça insanların Türkçe konuştuğunu duyuyorsun...

Amaaaa....

Onlar daha çok Nammos ve Solymar Beach gibi plajları tercih ediyorlar.

O zaman Bodrum’da mısın, Mikonos’ta mısın, fark etmiyor.

Biz ise, sırrımızı açıklıyorum Fokos, Mersini ve Aghios Sostis gibi koylara gidiyoruz, oralar bakir, sivrisinek sesi çıkaran bir mopetle, 45 dakikada vızzzzzz diye
gidiyorsun, benim için Mikonos zaten bu, sevgilimin beline sarılıyorum, saçlarım geriye uçuyor, sıcak bir rüzgar yüzüme vuruyor, güneşi omuzlarımda hissediyorum, öyle kenetlenmiş bir halde tepelere tırmanıyoruz...

Sonra birden cam göbeği mavisi ısırmalık bir koyun üzerinde dikiliyoruz.

Beyaz kum ve sadelik.

Evet, şahane pufudik şezlonglar yok.

Ama tam da bu yüzden, kendini göstermek için, bağıra çağıra konuşan insanlar yok.

Pahalı ve gösterişli bikinili kadınlar yok.

Ağzında purolu, fötr şapkalı adamlar (bu yıl onlardan takmayanı dövüyorlar) yok.

Binlerce tekne ve deli gibi müzik de yok. Gündüz böyle takılıyorduk, geceleri minik barlara, tavernalara akıyorduk.

İyi oldu.

Güldük.

Eğlendik.

Ama bittiiiiiii.

Bileziğimin ucundaki kalbi bir kayanın altına sakladım

GELENEKSEL evlilik yıldönümü yemeğini hep aynı yerde yiyoruz.

Aghios Sostis’te tepedeki o minik bir lokantada. İsmi bile yok.

İlk öğrendiğimde çok şaşırmıştım, “Adı olmayan lokanta mı olur?” demiştim.

8 bilemedin 10 tahta masa var.

Tahta deyip geçmeyin, benim için Mikonos, plastiğin fethedemediği ada olarak tarihteki yerini alacak.

Bence orada gizli bir iç mimar da var, bütün adayı elden geçiren, estetik olmayan şeyleri gördü mü düzelten, göz önünden kaldıran...

Her şey öyle güzel ve doğal bir uyum içinde ki, şaşırmak elde değil... Ben seviyorum böyle ritüelleri, her sene tepedeki o minik adsız lokantayı gidip, balık yiyoruz, soğuk beyaz şarabımızı içiyoruz.

Gerçi bu sefer, tam bir saat bekledik. Çünkü Allah’ın unuttuğu o yerde, sıra vardı.

Ama değdi.

Muhteşem bir yemek yedik.

Bu defa bileziğimin ucundaki minik kalbi sakladım, orada bir kayanın altında, bakalım gelecek sene aynı yerde bulabilecek miyim?

Sarhoş olduk ve gülerek otelimize döndük.

Sizin ruhunuz da bir uçtan diğer uca savruluyor mu?

SADECE güldük ve seviştik mi?

Hayır.

Birbirimize de girdik!

Sonra internetten Susan Miller’a müracaat ettik, bir de ne görelim...

“6-7-8’de ayrılmıyorsanız ilişkiniz çok sağlam demektir” yazıyordu.

Anladığım kadarıyla, bu Ağustos boktan bir ay.

Bir sürü burç, bir uçtan diğer uca savruluyor. Bir gün bir stadyumu ayağa kaldıracak kadar coşkulu geçiyor, diğer gün insan yerlerde sürüyor...

Herkes gibi, bize de oldu.

Ama çok şükür, üstesinden geldik.

Haberiniz olsun, bu etki 12 Eylül’e kadar devam edecekmiş, dikkatli olun.

İS-TONBUL denmesi hoşunuza gider miydi?

YILLAR önce de yazdım:

MikAnos değil, MikOnos.

Doğrusu “o” ile söyleniyor ama bizim ağzımıza “a” ile söylemek daha kolay geliyor.

ProvOkasyon yerine, provAkasyon dememiz gibi.

Fakat mohitoyu getiren Yunanlı garson sinir olmuş bu işe... “Sizin bizim adamıza Mi-kanos demeniz, bizim, sizin şehrimize İs-tonbul dememiz gibi bir şey” dedi.

Güldüm.

“Haklısın” dedim.

 

Haberin Devamı

BUGÜN DÜĞÜNÜMÜZ VAR
Dünyanın en güzel pastalarını yapan kuzenim Kutas, Onur’la evleniyor. KOCAMAN mutluluklar.



Yazarın Tüm Yazıları