Yaşar Nuri Öztürk: Çingeneler, Diyanet ve korku (2)

yaşar Nuri ÖZTÜRK
Haberin Devamı

KUR'AN dilinin büyük ustası Rágıb el-Isfahani (ölm. 502/1108) takvayı hem dil açısından hem de Kur'an'daki kullanımı açısından tanımlamıştır: Dil açısından ‘‘Takva, bir şeyi kendisine sıkıntı ve zarar verecek şeyden korumaktır.’’ Dinsel anlamda ise ‘‘Takva, benliği, korkacağı sonuçtan korumak-sakındırmaktır.’’ Rágıb, dinsel gelenekte takvanın şu anlamda kristalleştiğini de ekliyor: ‘‘Benliği, günaha düşürecek şeyden koruyup sakındırmaktır.’’ (Rágıb; Müfredat, vikaye mad. Ayrıca bk. Firûzábádi; el-Kamus el-Muh;t, aynı mad.)

Hangi lügatten ve hangi dil ustasından yola çıkarsanız çıkın, takvanın ve onunla aynı kökten gelen sözcüklerin hiçbirinin ‘‘korkmak, korkutmak veya korku’’ anlamı yoktur. ‘‘Korkulacak şeyden sakınmak’’ başkadır, ‘‘korkmak’’ başkadır. Birinci anlamdan yola çıktığınızda dine, Allah'a ve insana bakışınız başka olur, ikinci anlamdan hareket ettiğinizde başka olur. Birinci anlama göre Allah bir korku ve dehşet objesidir. İkinci anlama göre ise bir sakındıran, koruyan, acıyan ve uyaran kudrettir. Bunların ikisinin aynı kapıya çıktığını söylemek ise bilimdışılık, inatçılık, şiddetçilik ve ufuksuzluk olarak algılanabilir. Dini ve Allah'ı dehşet odağı haline getirmek olarak görülür.

Kısacası, Kur'an'daki takva ve ittika tabirlerini ‘‘Allah'tan korkmak’’ (doğrusu: Allah'ın iradesine ters düşen şeylerden sakınmak), müttaki tabirini ‘‘Allah'tan korkan’’ (doğrusu; Allah'ın iradesine ters düşen şeylerden sakınan), ‘‘ittekûni’’ tabirini ‘‘benden korkun!’’ (doğrusu: Benim irademe ters düşen şeylerden sakının) şeklinde tercüme etmek temelden yanlıştır, Kur'an'ın ruhuna ve mesajına aykırıdır.

İtiraf edelim ki geleneksel tabuların kahrı altında yıllarca inlemiş kuşaklar olarak hepimiz bu hataları işledik. Şimdi artık Allah'tan af, insanlardan özür dileyerek gerçeği söyleyip yazmak, duyurmak borcundayız. Eğer bilgimiz bu işe yetmiyorsa, susmak zorundayız. Aksi halde, esas sakınılması gereken şeylerden sakınmadığımız için Allah katında çok kötü sonuçlarla yüz yüze geleceğimiz kuşkusuzdur.

Dini ve Allah'ı korku aracı haline getiren geleneksel-korkucu din anlayışı, takva konusunda yanlışlar içindedir. Bu yanlışların en yaralayıcı görünümü ise Hücurat Suresi 13. ayetteki kozmik-evrensel ilkenin Türkçeleştirilmesi sırasında dikkat çekmektedir. Orada Cenabı Hak şu ilkeyi ifadeye koyuyor: ‘‘İnne ekremeküm indellahi etkaküm.’’ Yani ‘‘Allah katında en değerliniz, takvada en ileride olanınızdır.’’

Şimdi takva kelimesi, gelenekçiliğin baskıcı din anlayışına göre tercüme edilirse anlam şu olacaktır: ‘‘Allah katında en hayırlınız, Allah'tan en çok korkanınızdır!’’ (Diyanet'in 'Çingene Fetvası'nda da böyle deniyor.) Haşa! Kur'an böyle bir şey asla söylememiştir. Böyle bir şey doğru ise, örneğin Allah'ı en çok sevenler, Allah'ın buyruklarına ters düşmekten en çok sakınanlar, hiçbir değer ifade etmeyen insanlar olacaktır.

Adı geçen ilke-cümle, gerçek lügat verilerine ve Kur'an'ın ruhuna uygun biçimde tercüme edildiğinde anlam şudur: ‘‘Şu bir gerçek ki, Allah katında en değerliniz, Allah'ın iradesine ters düşen şeylerden en çok sakınanınızdır.’’ Veya, ‘‘Allah katında en hayırlınız, Allah'ın buyruklarına ters düşmekten en çok sakınanınızdır.’’ Veya ‘‘Allah katında en hayırlınız, günaha düşürecek şeylerden en çok sakınanınızdır.’’

Kur'an işte böyle diyor. Birileri ise tarih boyunca Kur'an'ı korku kitabı yapıp Allah'ı korku objesine dönüştürüyor ve inanmış insanları dehşete düşürüp dinlerini savunamaz hale getiriyor. Bilerek veya bilmeyerek insana da, dine de kötülük ediyor.

Ve ne yazık ki iki binli yılların Türkiye'sinin Din İşleri Başkanlığı böyle bir yanlışı dünyanın önünde aynen tekrarlıyor, herhangi bir düzeltme de yapmıyor.

Yazarın Tüm Yazıları