Yahudi sevgili bulamayan cılız çocuk

AKMERKEZ veya Galleria'da ne zaman bıçkın bir varoş çocuğuna rastlasam, hep o delikanlıyı hatırlarım. Yıllarca önce, 16-17 yaşlarında, İzmir'in Alsancak Semti'nde dolaşan o cılız çocuğu.

Utandığı incecik ve pazusuz kolları yüzünden hep uzun kollu gömlek giymeye mahkûm edilmiş o kenar mahalle çocuğunu.

Yani kendimi...

En çok istediğim şey, bir Yahudi sevgilim olmasıydı.

Neden bilmiyorum. Başka bir dünyaya geçebilmek arzusundan mı, yoksa gördüğüm her güzel kızı Yahudi zannetmemden mi?

Oysa İzmir'de o kadar çok güzel kız vardı ve Yahudi nüfusu o kadar azdı ki...

Ama kararmış gözüm, bu sosyal orantıyı kurmaktan bile acizdi.

* * *

Hiçbir zaman Yahudi bir sevgilim olamadı.

Çünkü hiçbiriyle karşı karşıya gelemedim. Zaten gelsem de utancımdan hiçbir şey konuşamazdım.

Hıncımı, tarihi Asansör'ün tepesinden, aşağıdaki Yahudi mahallesinin evlerinin damına küçük taşlar atarak alabiliyordum.

Özellikle akşam kararmaya başladıktan sonra.

Gündüzleri ise 319'uncu Sokak'taki evimde arkadaşlarımla aynı yere gelir, buharlı asansörle aşağı inip denize giderdim.

Tıpkı, Luc Besson'un ‘‘Le Grand Bleu’’ filminin başındaki o çocuklar gibi.

Evet tıpkı, aynen onlar gibi.

Bacaklarımız bile onlarınki kadar cılız, gövdemiz onlarınkinden bile çelimsizdi.

* * *

10 Ocak'ta işte yine o tarihi Asansör'e gidiyorum.

Bu defa aşağıdan yukarı çıkıyorum.

Damlarına intikam taşları attığım o evleri ilk defa aynı hizadan seyrediyorum.

Orası artık Dario Moreno Sokağı olmuş.

Sokağın iki yanına, her evin önüne manolya ağaçları dikilmiş.

Ama evlerin içi sanki boş gibi.

Hayatımda hiç olmayan o meçhul Yahudi sevgililerin hepsi tek tek orayı terk etmiş.

Geriye güzel ama hüzünlü bir sokak kalmış.

Bir de Dario Moreno'nun o müthiş Doğu Akdenizli siması, ince bıyıkları, tatlı gülüşü ve beni hálá mahveden İzmir titreşimli sesi.

Oradan çıkıyor, Konak Meydanı'nı geçip, Pasaport'a doğru ilerliyorum.

Sol tarafta tanıdık bir bina.

Eski balık hali.

Ama artık yepyeni bir çehreye kavuşmuş.

Kapısında ‘‘Konak Pier’’ yazıyor.

Çok güzel bir alışveriş ve eğlence merkezi olmuş.

Kapıda güler yüzlü genç bir kız var.

Çok güzel mağazalar açılmış. Remzi Kitabevi insanın içini açıyor.

İnsanı New York'taki pierlerden bile daha ileri götüren hoş bir atmosfer var.

İzmir tam İzmir.

* * *

Hep o baş döndürücü doğum yerim.

Tek başıma dolaşırken, karşıdan bana doğru gelen kendimi görüyorum.

Yahudi sevgilisini arayan o genç çelimsiz çocuğu.

Yanımdan geçip gidiyor.

Pier'in salonlarında eski bir parça çalıyor.

‘‘California dreamin.’’

Oysa benim içimdeki jukebox'ta Rolling Stones var.

‘‘Time is on my side...’’

‘‘Zaman benimle birliktedir.’’

Oysa biliyorum ki artık değil, artık hiçbir zaman benimle birlikte olmayacak.

Artık hiçbir zaman yan yana yürümeyeceğiz. Ya o kaçacak ben kovalayacağım, ya da tersi.

İkimizden birinin mutlaka acelesi olacak.

Dışarı çıkıp yan tarafa dolaşıyorum.

Orada hiç değişmeyen bir şey var.

O firkateynler, o muhripler hálá orada demirli.

Bahriyeliler aynı yerde, aynı güvertede.

Şarkı o zaman yerine oturuyor. ‘‘Time is on my side...’’

* * *

Sonra tekrar içeri girip, yavaş yavaş kapıya yöneliyorum.

Kapıdan çıkarken öğreniyorum ki, o güzelim mekán, o gün mühürleniyormuş.

Dario Moreno Sokağı'ndaki Yahudi sevgililerim çekip gitmiş.

O güzelim Pier mühürlenmiş.

Ve kapının ilerisinde Yahudi sevgili bulamayan cılız bir delikanlı, yavaş yavaş uzaklaşıyor.

Aklımda kalan tek ayrıntı ise şu.

Üzerinde uzun kollu bir gömlek var.

Ve bir de şu cümle:

‘‘Uzun kollu gömlek giyen her cılız çocuğun gönlünde bir Yahudi sevgili yatar.’’
Yazarın Tüm Yazıları