Yabancıların gözüyle İstanbul

Doğan HIZLAN
Haberin Devamı

Atlas Dergisi çok hoş bir özel sayı yayınladı: Bütün dünyanın tanıdığı ünlü ve önemli yazarların İstanbul üzerine yazdıkları.

Hepsi İstanbul'a geldiler, gezdiler ve kendilerinde kalan düşünceleri, duyguları bu yazılarında yansıttılar.

Yazarların adlarını sıraladığımda, herhalde sizde de bu sayıyı okuma merakı uyanacak.

Umberto Eco, Jean Baudrillard, Pascale Roze, Takis Theodoropulos, Predrag Matvejevic, Egi Volterrani, Alberto Manguel.

Özel sayıdaki yazılar, iki açıdan ilgimi çekti.

Birincisi, Türk yazarlarından okuduğum, doğmumdan beri yaşadığım İstanbul'u bir yabancı nasıl görüyor?

İkincisi, yerli bakışla yabancı nazarlar arasındaki fark.

Eco, değişime rağmen Mısır Çaırşısı'nda mekanın ruhunun yaşadığını belirterek Edmondo D&e Amicis'in izini sürerken, İstanbul'u şöyle tesvir ediyor:

‘‘Bazı kentler insanı birdenbire içine alıverir, bazılarıysa kendini sakınmadan yaklaştıkça yavaş yavaş ortaya koyar. Kuşkusuz İstanbul, ikinci tip kentlerden. Üç ismi ve üç tarihi olan bu kent aslında hep aynı. Belki de bu yüzden, surları arasında sakallı kilise babalarının yorgun düşene kadar teslisin sırrı üzerine tartışmaları bir tesadüf değildi...’’

Alberto Manguel, anne-dedesinin gördüğü İstanbul üzerine, yazısının adını, 'Dedemin Ayak İzlerinde' diye koymuş.

Kapalıçarşı'nın onda uyandırdığı çağrışımı buraya aldım:

‘‘Kapalıçarşı, evrensel bir gösteri merkezi, neredeyse sonu olmayan bir vitrin, insan hırsının isteyebileceği her türlü nesnenin canlı bir kataloğu.’’

Bence Egi Volterrani, yazısının adında İstanbul'un tekliğini özetlemiş: 'Kozmopolit Geleneğin Gücü'. Yazar, ‘‘...yarım yüzyılda nüfusu ikiye katlandığı için, İstanbul'da oturanlar için bile şehir bilinmesi olanaksız ve gizemli bir yer haline gelmiş.’’

Pascale Roze, 'İstanbul'un Surları ve Sırları'nda İstanbul'un kendini ele vermeyişini çarpıcı bir saptamayla bize sunuyor:

‘‘Ama Haçlılar ya da Fatih kadar bu şehri ele geçirmek isteyen birinin karşısında başka surlar yükseliyor. Çünkü İstanbul'un efsanesi yaşıyor.’’

Jean Baudrillard, İstanbul'un karmaşasını, göçün değiştirdiği kimliği yazarken şu yargıya varıyor:

‘‘Kentin tümü modernlikle, modernliğe kafa tutuş (modernlik işaretlerinin sergilendiği oyun da dahil) arasındaki bir çatışmaya sahne oluyor.’’

Takis Theodoropulos, İstanbul'u tarihi içinde övüyor ve, ‘‘Şekil değiştirmiş uluslararası uygarlığı barıdıran bir megakent...’’ diye değerlendiriyor.

Predrag Matvejevic, ‘‘Boğaziçi'nde gemiyle bir gezinti yaparken Slav duygusallığına fazla direnmedim’’, cümlesiyle tarihi bağların onu nasıl sardığını itiraf ediyor.

*

YABANCI yazarların İstansul'u tarihi içinde algıladıklarını bu örneklerden sanırım farkettiniz.

Atlas'taki yazıların tamamını okuyunca, bizim, ulusallığın dar çemberinin dışına taştığımız anda, bu güzel şehri daha iyi anlayacağımızı, derinliklerine inebileceğimizi, sırlarını keşfetme yolunda büyük bir adım atacağımızı ispatlamaktadır.

Bizans'tan bugüne çizilen tarihi çizgi içindeki uygarlıkları, insan zenginliğini, Akdeniz ruhunu yansıtıyorlar.

İstanbul'a her ırkın ve her dinin kattığı özellikleri toplu olarak değerlendiriyorlar.

*

YAŞADIĞIM şehri kalem ustalarından yeniden okumak bana ayrı bir lezzet verdi.



Yazarın Tüm Yazıları