Bülent Tanla'nın İskenderpaşa günleri

ÖNCEKİ akşam Eczacıbaşı Holding'in 60'ıncı kuruluş yıldönümündeydim. Son zamanlarda gördüğüm en büyük davetti diyebilirim.

Bu davette CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın yakın çevresinden Bülent Tanla'ya rastladım.

O arada Tanla'nın çocukluktan yakın bir arkadaşı yanımıza geldi.

KURAN KURSU

Ondan Tanla'nın çocukluğuyla ilgili ilginç bir ayrıntıyı öğrendim.

İki arkadaş çocukken birlikte aynı Kuran kursuna gitmişler.

Bunu Tanla'ya sordum.

‘‘Evet doğru. Hem de Fatih'te İskenderpaşa Cemaati'ne ait bir camide Kuran kursuna gidiyorduk’’ dedi.

Bu ayrıntı beni, son zamanlarda kafama çok takılan bir meseleye yöneltti.

Bence Tayyip Erdoğan tartışmasında, hukuktan daha önemli bir taraf var.

Bir insanın değişip değişmediğiyle ilgili önyargı meselesi.

Bu tartışmayı, sadece Tayyip Erdoğan'dan ibaret sayarsak yanlış yaparız.

Mesele şudur:

İnsanların ceza sicilleri gibi, dünya görüşü sicillerini de değişmez mi sayacağız?

Ben kendi payıma konuşuyorum.

Gençliğimde solcuydum.

Epey de eyleme katıldım.

Bu toplum, bu sistem benim dünya görüşü sicilimi sıfırladı ve beni Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli kurumlarından biri olan Hürriyet'in genel yayın yönetmenliğine getirdi.

Bugün Almanya Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturan Fischer benden de daha eylemci bir solcuydu.

Hatta bir polise saldırdığını gösteren filmler bile yayınlandı.

Alman toplumu da onun geçmiş sicilini sıfırladı ve bakanlık koltuğuna oturttu.

ÖZAL'IN MAZİSİ

Kendi kendime düşünüyorum.

Solcular değişir de, sağcılar ve ‘‘dinciler’’ değişemez mi?

Şimdi size iki örnek vereceğim:

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ekonomik devrimcisi kim diye sorarsanız, herkesin aklına Turgut Özal gelir.

Gerçekten de Türkiye'ye hem ekonomi hem de siyaset alanında liberalizmi getiren insandır.

Peki kaçımız Özal'ın 1979 yılı seçimlerinde hangi partiden milletvekili adayı olduğunu hatırlıyor?

DPT'de çalıştığı yıllarda ‘‘takunyalı biraderler’’ olarak tanınan Özal, ‘‘Milli Selamet Partisi’’nden İzmir Milletvekili adayı olmuştu.

Yani, askerler tarafından ekonominin başına oturtulmadan sadece bir buçuk yıl önce.

Ve aynı Özal, o tarihten dört yıl sonra yüzde 46 gibi bir oyla başbakanlığa getirildi.

O gün Turgut Özal'a bu fırsatı tanıyan Türkiye, 20 yıl sonra, 21'inci yüzyılda bir başkasına aynı imkánı niye vermez ki?

İkinci bir örnek:

1980'li yıllarda ANAP içindeki o müthiş ‘‘kutsal ittifak’’ tartışmasını hatırlayalım.

Bunun birinci aktörü Mehmet Keçeciler'di.

YEŞİL BAYRAKLI ADAM

O dönemin gazete arşivlerine bakan biri, Keçeciler için nelerin yazıldığını kolayca görebilir.

Keçeciler, kamuoyuna tam bir ‘‘mürteci’’ olarak sunulmuştu.

Kimdir Keçeciler?

1980 öncesinde Konya'daki o meşhur yeşil bayraklı mitingi düzenleyen belediye başkanı.

Özal işte bu insana, bir ‘‘ikinci hayat’’ fırsatı verdi.

Bakın Keçeciler bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin şerefli bir bakanıdır.

Bu kadar yıllık siyasi hayatında üzerine toz zerresi bile konmamıştır.

Eşi hálá başörtüsü takmakta, kızları ise bikini giymektedir.

Ve bence her partide mutlaka bir Mehmet Keçeciler olması gerekir.

İLK VE SON MERCİ

Bu yazıyı kesinlikle Tayyip Erdoğan'ı özel olarak savunmak amacıyla yazmıyorum.

Bu yargıyı, tamamen toplumsal bir mesele saydığım için üzerinde duruyorum.

Kendisine değişmeyi hak gören herkesin, başkalarına da aynı hakkı tanıması, bırakın demokrasiyi falan, insani bir zorunluluktur.

Bence bu önyargımız, Tayyip Erdoğan'la ilgili hukuk tartışmasından çok daha önemli.

Çünkü yargıda insanın başvurabileceği son merciler var.

Ama toplumsal yargı söz konusu olunca, bunun bir ikincisi yok.

Bir insanda veya kurumda değişme arzusunu kösteklemek değil, tam aksine desteklemek gerekir diye düşünüyorum.
Yazarın Tüm Yazıları