Kadrolaşma rüzgarı Zonguldak'ta esti

GEÇTİĞİMİZ ağustos ayında seçim gezisi için uğradığım Zonguldak'ta beni özellikle etkileyen biriyle karşılaşmıştım: TTK yani Türkiye Taş Kömürü Kurumu Genel Müdürü Ömer Yenel.

Bilirsiniz, genleri arasında ‘‘dünyayı değiştirebilirim’’ geni olan bazı idealist insanlar vardır.

İşte Ömer Yenel o insanlardan biriydi...

Maden-İş sendikacılarının ‘‘o burada olmasaydı belki TTK kapatılırdı’’ diye övgüyle söz ettikleri Ömer Yenel hafta başında görevinden alınmış.

Görevlerinde başarılı THY Genel Başkanı Yusuf Bolayırlı, Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürü Seyit Yücel, TCDD Genel Müdürü Vedat Bilgin ve diğerleri gibi.

Yenel'in yerine AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde İSKİ'de görevli yakın bir arkadaşının atanacağı söyleniyor.

1942 yılında kurulduğundan beri hep zararda olan TTK, Yenel'in iş başına geldiği 2000 yılından itibaren zararın düşüşe geçtiği bir sürece girmişti.

2000 yılında 320 milyon dolar zarar 2001'de 212 milyona dolara düşmüş, 2002'de ise 200 milyonun altına.

Yenel, verimliliği artırmak, teknolojiyi geliştirmek suretiyle TTK'ye yıllardır özlemini çektiği yeni bir soluk getirmişti...

Yeraltında 15 bin işçiyle yılda 2 milyon ton kömür çıkarılırken, 11 bin 500 işçiyle yılda 2,5 milyon ton çıkartılması bunun açık bir kanıtı.

Müthiş bir motivasyon aşıladığını işçilerden bizzat duymuştum.

TTK'nin Zonguldak üzerindeki baskısını azaltmak için çeşitli projeler peşindeydi.

Kuruma ait arazilerin satılması, kiralanması, eski maden ocaklarının turizme açılması gibi.

Ömer Yenel ile dün Zonguldak'tan Ankara'ya hareket etmeden az önce konuştum.

‘‘Görevden alınmayı bekliyordum zaten’’ diyor. Üzüntüsü başlattığı bazı projelerin yarıda kalması.

‘‘Spastik çocuklar için bir binayı hizmete sokmak üzereydik. Limanda maden ocakları için şehit düşen 4 bin kişi için anıtın açılışı sıradaydı.’’

Zonguldak'taki taş kömürü ocakları 1870'lerden bu yana tam 4 bin şehit vermiş.

Ömer Yenel ve ekibi sıkı bir arşiv çalışması yaparak bu kişilerin tek tek adlarını tespit etmişler.

‘‘Siyah granit üzerine tek tek yazılacak isimler arasında Rum, Ermeni, Fransız isimleri de var. Limanın girişinde fevkalade anlamlı bir anıt olacak’’ diye anlatıyor.

Anlayacağınız Ömer Yenel Ankara'ya dönüyor ama yüreği Zonguldak'ta kalıyor.

Hem İtalya hem Çin olmak


TÜRKİYE Giyim Sanayicileri Derneği ile Dünya Hazır Giyim Federasyonu IAF'nin Başkanı Umut Oran, Japonya'da ‘‘Türkiye Yılı’’nın açılışından sonra, Londra'da Turquality Fuarı'na katılmış.

Hem Japonya'dan, hem İngiltere'den izlenimlerini anlatıyor.

Japonya'daki etkinliğin Türkiye için çok önemli olduğu görüşünde.

‘‘Japonya'da bir kriz masası oluşturulsun. Dünyanın ikinci büyük ekonomisiyle ilişkileri sıcak tutmak için bundan daha iyi bir fırsat bir daha zor ayağımıza gelir’’ diyor.

Oran, Japonya'daki temasları sırasında, hazır giyimde işbirliği için Japonlara bazı öneriler götürmüş.

‘‘Teknoloji ve tasarım sizden, üretim bizden. Birlikte Avrupa pazarına girelim.’’

Japonya'nın hazır giyimde en önemli partneri Çin.

2005 yılında kotalar kalktıktan sonra Türkiye'yi ciddi şekilde tehdit edecek olan Çin'e karşı stratejiler üretme peşinde Umut Oran.

Stratejilerden bir tanesi şu ‘‘markalaşma’’ meselesi.

Yani İtalya gibi markalar üretmek.

Bir diğeri de hem İtalya, hem de Çin gibi olmak.

‘‘Hem İtalya, hem Çin olalım. Potensiyelimiz buna müsait. Çin gibi ucuz markasız mal üretmeye devam edebiliriz.’’

Neden olmasın?

Olympia'daki İngilizler kameraman çıktı


LONDRA'daki arkadaşım Mihrişah Safa, yaşamının önemli bir bölümünü Hürriyet Gazetesi'nin Londra ofisinde geçirmiş 25 yıllık gazetecidir.

Londra'da Olympia Sergi Salonu'ndaki ‘‘Turquality Fuarı’’nı gezdiği sırada fena halde gazetecilik damarı tutmuş... Bana gönderdiği e-mail'de bakın neler yazmış:

‘‘Olympia kocaman bir sergi salonudur. Fuar için kiralanan birinci katı geziyoruz. İçerisi bomboş.. Büyükelçilik, başkonsolosluk, bakanlık ve Türk işadamları dışında tek bir İngiliz yok. Gözüme çarpan İngilizler ya sergi salonunda çalışanlar ya da Expo TV'nin kiraladığı İngiliz kameramanlar.’’

Mihrişah Safa
'nın hayal kırıklığı bununla bitmiyor.

İkinci kattaki fuar alanında durumu şöyle özetliyor:

‘‘Ziyaretçi yok, alıcı yok.. Standları teker teker dolaştım.. 5-6 standın dışında diğerleri estetikten, zevkten yoksun. Anadolulu şirketlerin temsilcileri beni İngiliz zannedip ‘hello, hello’ diye bağırınca içim cız etti. Güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim..’

Dedim ya bizimkinin gazetecilik damarı tutmuş bir kere...

Gitmiş fuara katılan Kuşeyri Tekstil Limited'in sahibi Mithat Kuşeyri ile konuşmuş.

İşadamı öfkeli. ‘‘Almanya'da fuarda metrekare başına 100-150 dolar alırlar. Bizden burası için 500 dolar alındı. Bu alana 10 bin dolar verdim. İngilizlere duyuru yapılmamış, kimse gelmedi. İngiltere'ye yılda 1,5 milyon dolarlık mal ihraç ediyorum. Müşterimin dahi fuardan haberi yok.’’

Keşke, ‘‘Turquality’’nin ilk kez görücüye çıktığı fuara biraz daha özen gösterilseydi.
Yazarın Tüm Yazıları