Vampir mi kurtadam mı?

Bir zamanlar Jennifer Aniston’cılar bir yana, Angelina Jolie’ciler diğer yanaydı.

Bu iki grup arasında müthiş bir savaş sürmekteydi. Tişörtler bastırılmış, kılıçlar kuşanılmıştı. Her iki taraf da birbirine ağır giriyordu.

O savaşın kazananı olmadı.

Muhtemelen bu savaşın da kazananı olmayacak.

Biz sadece bu oyunu oynamaktan, rakiplere karşı atağa geçmekten, kendimizi, seçimlerimizi anlatan cümleler kurmaktan mutlu olacağız.

Sadede geleyim, Alacakaranlık filmlerini sevenler Edward Takımı (Team Edward) ve Jacob Takımı (Team Jacob) olarak ikiye ayrılmış durumdalar.
Erkekler kendilerini ya vampir ya da kurt adam sanmaktalar, kızlar ise sevgililerinde ne gibi özellikler aradıklarını Edward ya da Jacob bazında değerlendiriyorlar.

Geçen cuma vizyona giren Alacakaranlık: Yeni Ay filminde Bella’nın flört ettiği iki erkek arasında gerçekten de dağlar kadar fark var.

Biri diğerinin zıttı.

Edward’da vampir asaleti var, kuzeyli; Jacob’da ise kurtadam olmanın verdiği bir sıcakkanlılık hakim, biraz Akdenizli sanki.

Edward beyaz tenli, buğulu, bu durum kırmızı dudaklarını çok daha çekici hale getiriyor; Jacob ise kanlı canlı, yapılı, kaslı.

Edward’ın soğuk bir güzelliği var; Jacob’ın ise sıcak bir çekiciliği, Jacob’ın filmde tişörtünü çıkarttığı sahnede salonlar boşuna yıkılmıyor.

Edward müzik ve edebiyattan anlıyor ve de hızlı arabalardan; Jacob ise sanki daha bir alt kültüre ait, daha çocuksu.

Edward beyefendi, saygılı, sakin, hesaplı; Jacob’da ise orman kanunları hakim, kolay öfkeleniyor, hesapsız, sabırsız, hemen saldırıya geçmekten çekinmiyor.

Edward filmin başında, onun iyiliği için bile olsa, Bella’yı terk ediyor; Jacob ise ona asla sırtını dönmüyor, bazen rahatsız edici olsa da, mücadelesinden vazgeçmiyor (tipik bir Selvi Boylum Al Yazmalım sorunsalı; sevgi nedir, emek midir)...

Bella Edward’a aşık; Jacob’da ise güveni ve teselliyi buluyor.

Ve şimdi kaçınılmaz soru: Siz hangi takımdansınız?

Vampir Edward mı, kurtadam Jacob mı?

Yoksa Bella gibi, duruma göre her ikisi de mi!!!

Flo Rida ve bizim rap’çiler

Dünyanın en popüler rap’çilerinden Flo Rida (aman dikkat, flo rayda diye okunuyor) Türkiye’ye geldi.

Kaçınızın haberi oldu bilmiyorum ama, beni her konuda güncelleyen Tayga’cığım sağ olsun, biz pazar gecesi akıma uymak, Flo Rida’yı izlemek üzere soluğu Queen’de aldık.

Flo Rida, 50 Cent ve Eminem’den sonra dünyanın en çok konuşulan rap’çisi.

Şarkıları özellikle son iki yıldır dünyayı kasıp kavuruyor. Low ve Sugar desem, ampuller yanar herhalde.

Konser gecesi, benim gibi rap’e biraz uzak duranlar için ilginçti gerçekten. Yanlışsam şimdiden affola diyerek, geceden notlara başlıyorum:

Rap dünyasında racon geç saatte çıkmak olsa gerek. Kapılar 22.30’da açıldı ama Flo Rida sahneye çıktığında saat 02.00’yi geçiyordu.

Flo Rida’ya gelene kadar önce Türkiye’den rapçiler izledik. Bizimkilerin en büyük sorununun ellerini nereye koyacaklarını ve nasıl hareket ettireceklerini bilememeleri olduğuna karar verdim. Birkaçı hariç hepsi hareketlerine hakim olamayan yeni doğanlar gibiydi.

Salon tıklım tıklım değildi (anladım ki her eve bir Tayga lazım). Tesisattaki sorun da konser boyunca boğuk sesler çıkmasına neden oldu. Dünyaca ünlü bir grup daha iyi bir altyapıyı ve daha kalabalık bir salonu hak ediyordu.

Başta Flo Rida olmak üzere o gece sahneye çıkan Amerikalı rap’çilerin hepsi de dövmecilere kapı komşusu spor salonunda yaşıyor izlenimi verdi bana. Adamlar spor yapmış, çalışmış, vücutlar şahane. Dövmeler ise neredeyse her yerde. Böyle vücutları sadece bazılarında değil bizim rap’çilerin hepsinde görmek isteriz. El kol hareketini taklit ediyorsan, vücut dilini ve şeklini de örnek almak gerekmez mi!

Ve son söz... Flo Rida’yı da dünya gözüyle görmüş olduk. Getirenlere, bizimle buluşturanlara teşekkürler. Gerisi gelsin lütfen.
Yazarın Tüm Yazıları