Üç gazeteci makalesi

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Önce Muharrem Sarıkaya'dan başlayayım. Onu tanıdığımda gencecik bir muhabirdi. Hâlâ genç. Full time bir gazeteci. Full time dediğim zaman, 24 saat gazetecilikten başka bir şey düşünmediğini anlatmak istiyorum.

Asker ocağına iki general vermiş bir ailenin çocuğu.

Kaç gece yarısı onun heyecanlı sesiyle uyandım. ‘‘Abi’’ diye başlayan sözlerinin heyecanını paylaştım.

Kaç gece yarısı onun getirdiği, bir yerden söktüğü, tırnaklarıyla kazıdığı bir haberle manşetleri değiştirdim.

Kaç gece yarısı ona, ‘‘Muharrem gene başıma iş çıkardın’’ diyerek, şakayla karışık, haber atlatmanın keyfini yaşadım.

* * *

Beni hiçbir zaman aldatmadı. Okuyucusunu hiçbir zaman yanıltmadı.

Kaç kere, şu veya bu partinin siyasetçisinden, onun incelikleri, nezaketi, haber kaynağına ihanet etmeyen mesleki zarafeti hakkında övgüler aldım.

İspat mı?

Girin Meclis'in kapısından. Sorun herhangi bir milletvekiline, gidin bir devlet dairesine, bir bürokrattan onun hakkında sicil isteyin.

Hepsinden alacağınız cevap, ‘‘Muharrem mi? O başkadır’’ olacaktır.

Şimdi bu çocuk yasaklı. Garnizon kapılarından girmesi yasak.

Söyleyin, kaybeden kim? Bizler mi? Askerler mi, okuyucular mı, yoksa Türk halkı mı?

* * *

Ya Yalçın Doğan?

Sayısını unuttuğum dış gezilerde odamı bile paylaştığım gazeteci.

Gazeteci derken, adını büyük harfle yazdığım arkadaşım.

Bilmem kaç uçak seyahatinde, sayısını unuttuğum tatillerde, kafamı patlatıncaya kadar gazetecilikten, haberden konuşan dost.

Full time gazeteci, full time arkadaş.

Güzel bir kadeh şarapla hayatın keyfini yaşamaya hazırlandığım anlarda, Allah'ın belası bir habercilik tutkusuyla o anımı berbat eden kardeşim.

Daha iki ay önce gezdiği askeri okullarda yaşadığı heyecanı, kaleme bile almadan, o anda bana telefon ederek aktaran gazeteci.

Şimdi o da yasaklı. Garnizonlara girmesi yasak.

Kaybeden kim? Biz mi, askerler mi, okuyucular mı? Yoksa hepimiz mi?

* * *

Mehmet Ali Birand...

Kızarsınız, seversiniz, bir tarafına takılırsınız veya takılmazsınız, ama bir hakkını teslim etmeden yapamazsınız.

Dört dörtlük gazeteci. Azerbaycan'ın bir kasabasında röportaj yaparken gözlemlediğiniz mesleki titizliği, Elysee Sarayı'nda bir Fransız Cumhurbaşkanı'nı sorguya çekerken gördüğünüz o ölçülü arogansı ile bir gazeteci.

Büyük olaylara imza atmış uluslararası bir figür...

O da yasaklılar listesinde.

Suç hanelerinde ne yazıyor? Bir Başbakan'ın anlattıklarını, okuyucularına aktarmak.

Yani görevini yapmak.

* * *

Onlar, hâlâ yasaklı olmayan bölgelerde görevlerini yapmaya devam edecekler. Eminim büyük gazetecilik olaylarına imza atacaklar.

Vatan sevgilerinden zerre kadar kuşkum yok. İstedikleri Türkiye konusunda komutanlardan bir milim farklı düşünmediklerine eminim.

Atatürkçülük mü? Yarışma kabul etmezler. Onlar, Atatürk'ün felsefesinin her satırına sinmiş olan hayat tarzını, genlerinin en ücra köşelerine kadar sindirmiş insanlar.

Fazla değil, şöyle bir yıl gerisine gidin, oralarda, o sayfalar arasında bu inancın izlerini göreceksiniz.

Zaten ispatlamak gibi bir kaygıları da yok. Bu, onların hayat tarzı.

* * *

Herhalde bir yanlış anlama, bir yanlış yorum var diye düşünüyorum. Daha doğrusu böyle düşünmek istiyorum.

Ama bir Türk vatandaşı olarak rötuş istiyorum.

Bir hakkın teslimini, bir yanlışın düzeltilmesini, bir mesleki onurun tescilini diliyorum.

Ne tekzip, ne yalanlama, bize, Türk ordusuna yakışan, Türk ulusuna yakışan küçücük bir rötuşu istiyorum.













Yazarın Tüm Yazıları