Tehlikeli ilişkiler

Her ne kadar gazetecilikte toysam da, SSCB ataşesinin geçmiş olduğu ‘Bolşevik konspirasyon’ rahle-i tedrisinden, evvel Allah ben de geçtim.

Kolay kolay faka basmam. Yani, ‘tavariş’ bana telefon ettiği an ‘çakozladım’ ki, onun hiyerarşik üstleri ‘bu efendi ‘solcu’ olduğundan belki kafese koymak ihtimali doğabilir’ hesabı yapmışlardır. Dolayısıyla, Brüksel’deki ‘anten’lerinden birisine bana olta atmak talimatı verdiler.

İŞTE iki pazardır anlattığım gibi, o Brüksel gazeteciliği yıllarımın daha ilk, ilk dönemiydi ki, çat telefon çaldı ve Rus basın ataşeliği aradı.

Daha doğrusu, o zamanki şatafatlı adıyla, ‘Avrupa Ekonomik Topluğu Nezdinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Daimi Temsilciği, Basın Ataşeliği’ aradı.

Slav şivesinin kulak zarı yırtmasına rağmen gayet iyi Fransızca konuşan zat kendini takdim etti ve de beni şehrin kalburüstü lokantalarından birinde öğlen yemeğine davet etti.

Hoppala!

*

HOPPALA, çünkü bir, şu mesleğe daha dün başladım. Ağzım süt kokuyor ve burada o kadar kıdemli gazeteci dururken, ‘piyango’ (!) neden benim gibi bir çaylağa çıkıyor?

Adım sanım bile henüz Belçika başkentindeki diplomatik muhabirler listesinde resmileşmediğine göre, SSCB temsilciliği telefonumu nasıl şıp diye bulabiliyor?

Sonracığıma, hoppala iki, tamam hálá ‘cinnet yılları’nı yaşadığım için kıpkızılım ama, benim rengim Pekin Radyosu’nun yayınladığı ‘Doğu Kızıldır’ şarkısıyla örtüşüyor.

‘Pembe modern revizyonist’ diye Kremlin’e lanet savurmam bir yana, Rusya’yı ‘sosyal faşist’ kategoride addediyorum ki, ‘İvan’ı elime geçirsem bir kaşık suda boğacağım.

Fakat yine de derhal ‘memnuniyetle’ cevabını verdim ve randevulaştık.

*

EVET demiş olmam tabii ki en önce lokantanın cazibesinden kaynaklandı. Eh, hem meteliğe kurşun atıyorum ve açlıktan nefesim kokacak; hem de ‘solcuyum’ (!) molcuyum ama inkárı yok, o çok ‘günahkár’ (!) burjuva özlemlerimi gizlice koruyorum.

Gustolu ortamlarda yemeye, içmeye, tüttürmeye bayılırım ve bayılıyorum.

Dolaysıyla, bundan daha iyi fırsat mı olurmuş, tabii ki ‘davete icábet edeceğim’.

Hayalini kurmaktayım ki, alakart mönüden şampanya soslu ılık istiridiye buğulaması; çitlembik salçalı karaca filetosu; acı çikolatalı ve trüf mantarı rayihálı da turta seçeceğim.

Mutlaka da, istiridyeyle beyaz Alzas şarabı, karacayla ise Burgoyn kırmızısı açılmalı. Ödesin bakalım ‘kerata yoldaş’, Sovyet Gizli Servisi KGB’nin ‘örtülü ödenek’ bütçesinden tasarruf yapmak benim üstüme vazife değil ya!

*

İŞTE ‘gizli servis’ láfını telaffuz etmiş oldum ki, eğer geçen pazar kelime kökeniyle değindiğim ‘muhbir-muhabir’ ilişkisini hatırlarsanız, meselenin özü burada odaklanıyor.

Zira, her ne kadar gazetecilikte toysam da, SSCB ataşesinin geçmiş olduğu ‘Bolşevik konspirasyon’ rahle-i tedrisinden, evvel Allah ben de geçtim. Kolay kolay faka basmam.

Yani, ‘tavariş’ bana telefon ettiği an ‘çakozladım’ ki, onun hiyerarşik üstleri ‘bu efendi ‘solcu’ olduğundan belki kafese koymak ihtimali doğabilir’ hesabı yapmışlardır.

Dolayısıyla, Brüksel’deki ‘anten’lerinden birisine bana olta atmak talimatı verdiler.

NATO dahil gazeteci sıfatım sayesinde Belçika başkentindeki uluslararası kurumlara ve Türk ‘rical’e ulaşabildiğime göre, hazret yavaş yavaş dostluk kurmayı; hafiften ağızımı aramayı; punduna getirebilirse de, maaşlı Rus ajanına dönüştürmeyi deneyecektir.

Dene bakalım ‘yoldaş’, dene de, fakat önce şu şampanya soslu istiridye buğulaması gelsin ve de şef garson listeyi getirsin ki, şarapları uyduruğundan sipariş etmeyeceğim.

*

AYNEN de öyle oldu! Senaryo tamamen düşündüğüm gibi gerçekleşti.

Bir süre, ‘Avrupa Ekonomik Topluğu Nezdinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği Basın Ataşeliği İkinci Kátibi’nin; daha doğrusu, ona ‘örtülü ödenek’ harcırahı çıkartan KGB Brüksel ‘anteni’nin imanı bana lokanta faturası ödemekten gevredi.

Üstelik, rica ederim, kendimi hep aynı restoranda ‘satacak’ (!) kadar düşer miyim!

Dostluk kurmak, ağız aramak, kafese koymak için ‘ataşe bey’ beni ikide bir yemeğe çağırmak taktiğini sürdürdükçe, ağırdan alıp, bu defa ben yeni lokanta seçmeye başladım.

Şampanyalı istiridyeyi konyaklı ıstakoza, çitlembikli karacayı alevli antrikota, çikolatalı turtayı vanilyalı marbellaya dönüştürdüm. Şaraplar da beyazda Alzas’dan Turen’e; kırmızıda ise Burgoyn’dan Bordo’ya terfi etti.

Tamam da, ama sen Russun ‘tavariş’, hani bunun votkası?

*

LEBBEYK, o da geldi, o da geldi!

Yıl sonuna doğruydu ki, yine bir lokanta faslında ‘anten’im masaya oturduğunda çantasından en iyi cins bir votka şişesine ek olarak, kocca bir kavanoz havyar çıkartmaz mı?

Evet evet, o iri taneli halis ‘Beluga’ havyarını da ‘Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin sıhhatli ve afiyetli yeni yıl temennileriyle’ diye önüme uzatmaz mı?

Yaşşa bre yoldaş, sen ‘sosyal emperyalist’ değil ‘sosyal hazine’ymişsin be yahu!

*

ANCAAK ve heyhat ki heyhat, bu ‘sofra buluşma’mız sondan bir öncesi oldu.

Ben, o sıra henüz bir yaşında olan kızıma da ‘ciciko, damağın şimdiden alışsın’ diye tattırmak dahil, havyarı kemal-i afiyetle silip süpürdüm. Votka şişesinin ise dibini buldum.

Lákin, ‘Sovyetik ataşe’ nihai lokanta faturası bayıldıktan sonra, ses sedá kesiliverdi. Zahir, hakkımda ilettiği raporlar neticesinde üstleri, bendenizde zoka yutacak göz bulunmadığına ve daha ehven lokantalara fit olabilecek ‘toy gazeteciler’ aramak gerektiğine kanaat getirdiklerinden, ‘tehlikeli ilişkiler’im, daha doğrusu ‘midevi ilişkiler’im bitiverdi.

Ama yine de belli mi olur, belki bu defa ‘kaşarlanmış gazeteci’nin telefonunu Slav lehçesiyle konuşacak biri çaldırıverir diye, hálá ve hálá bekliyorum.
Yazarın Tüm Yazıları