Tatlıses hislendi

BUGÜN Gazetesi köşe yazarı İbrahim Tatlıses, bir güzel hislenmiş ve tutmuş ‘Kadınlarımız’ı anlatmış.

Hem de ne anlatma!

Bir ‘zihniyet’, Názım Usta’nın ‘Kuvayı Milliye Destanı’ndaki ‘Kadınlarımız’ bölümünü okuyup, ‘Ulan! Şair ne de güzel anlatmış. Yetim miyim? Öksüz müyüm? Ben niye bizim kadınlarımızı anlatamıyorum ki?’ filan diyerek, neleri yazabilirse onları yazmış.

Yüreğiniz kaldırabilirse, mideniz tutmazsa.

Lütfen, tamamı korkunç yazıdan şu küçük bölüme bir göz atıverin:

‘Kadınlarımız... Yemek tuzlu olduğunda tabağı kafasına fırlattığımız kadınlarımız... Dışarıda kızgınlığımızı atamadığımız zaman eve gelince kendilerine patladığımız kadınlarımız... Hıncımızı onlardan aldığımız, icabında dövdüğümüz, sövdüğümüz kadınlarımız... Hevesimizi aldıktan sonra türlü bahaneler uydurup tek celsede boşadığımız kadınlarımız... Kadınlar, bizim kadınlarımız.’

Nasıl buldunuz?

Özellikle ‘İcabında dövdüğümüz’ cümlesini okuduğunuzda, ‘Tatlıses’in dövdüğü kadınlar’ sizin de gözünüzün önünden resmi geçit yaptı mı?

Gözü morarmış Perihan Savaş’ı anımsadınız mı?

Havaalanında sıkıştırılan Asena’yı?

Ve siz de benim gibi, ‘Allah Allah bu nasıl hislenmek’ diye haykırdınız mı?

Yoksa...

‘Seviyoruz ulan! Seviyoruz işte’ diye haykırdıktan sonra sevdiği kadını öldüresiye döven, ‘pek hisli’ adamları mı aklınıza getirdiniz?

Benim anlam veremediğim çelişki şuradadır:

Her türlü kötülüğü yapabilen bir adam, nasıl oluyor da, dinlediği ‘uzun hava’nın daha ilk nağmelerinde gözyaşlarına boğulabiliyor?

Neyse... İşin bu yönünü daha fazla kurcalamayalım.

Ve şu hükmü vererek, bu hiç de eğlenceli olmayan konuya noktayı koyalım:

Magandalığa meşruiyet kazandırmaya yönelik sözde felsefi ve edebi ataklara geçit vermeyelim.

Oyuna gelmeyelim.


Bunun Orhan Pamuk’la bir ilgisi yok

1964 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Jean Paul Sartre, ‘yazar bağımsızlığı’nı koruma adına ödülü almayı kabul etmedi.

Nobel güzellemelerinin yapıldığı şu günlerde Nobel’i elinin tersiyle iten bir filozoftan söz etmek insana rahatlık veriyor.

Tabii onun şu sözünü kayda geçirmeden de edemiyoruz:

‘Hayatta yapılacak o kadar çok hata var ki, aynı hatayı yapmakta ısrar etmenin bir anlamı yoktur.’


Yargı neden susuyor?


BİR hukuk hocası olan YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç, aynen şöyle diyor:

‘Van Üniversitesi Rektörü, siyasi baskılar sonucu tutuklanmıştır. Rektörü savunmak laikliği ve cumhuriyeti savunmaktır.’

Bu açıklamanın neyi ima ettiğini açıkça ortaya koyalım da durumun vahameti anlaşılsın.

Teziç şunları demek istiyor:

- Rektör’ü tutuklayın diyen savcı, siyasi baskı altındadır.

- Tutuklamaya itirazı kabul etmeyen mahkeme, bağımsız değildir, hükümetin emrindedir.

- Hem savcı, hem de mahkeme laik cumhuriyet karşıtı akımların etkisi altındadır.

Bence bu çok ağır suçlamaların hedefi, sanıldığının aksine, siyasi iktidar değil, yargıdır.

Ve işte bu nedenle şimdi konuşması gereken hükümet yetkilileri değil, yargı mensuplarıdır.

Yargının tepesindekiler, iki şeyden birini yapmalıdır:

Ya YÖK Başkanı’na karşı çıkıp ‘Yargı bağımsızlığına gölge düşürülemez’ diye gürlemelidir, ya da ‘Evet, baskı altındayız’ demelidir.

Unutulmamalı:

Her şeyin başı yargıya duyulan güvendir ve o güven yitirilirse dirlik düzenlik kalmaz.
Yazarın Tüm Yazıları