Tanpınar Balzac'tır, Pamuk da Stendhal

ORHAN PAMUK 'un yeni romanı Kar, siyasal roman tartışmasını yeniden gündeme getirecek özellikler taşıyor.

Türkiye'nin küçük ölçekli bir stüdyoda (Karlar altındaki Kars şehrinde ) yeniden kurulup irdelenen durumu. Çözümsüzlük içinde çırpınanlar ya da aramayanlar.

Orhan Pamuk, bu romanda siyasal tercihini ortaya koymadığını söylese de, küçük tesbitlerde, tasvirlerde siyasal eleştirilerini, ironik bir dille yapmaktan geri kalmıyor.

Romanın baş kahramanı şair Ka, Kars'a geliyor. Nişantaşı'ndaki bir aile çevresinde yaşayıp, sonra Frankfurt'a siyasal sürgün olarak giden, aşkı İpek'in izini sürerek Kars'a gelen, yalnızlığını değişik gruplarda, değişik eğilimlerde gidermek isteyen biri.

Pamuk, herhangi bir düşünceyi, yazar olarak bu romanında farkedilir biçimde savunsaydı, Orhan Pamuk romancılığının belirgin özelliklerinden biri, ironiyi inkár etmiş olurdu.

Çünkü en trajik durumlarda bile, okur, absürdlüğün (abesliğin) getirdiği bir duruma bıyık altından gülebiliyor.

Şair Ka, neden Kars'a gelmiştir. Öğrendiğimize göre, kız intiharlarının sebebini araştırmaya. Arkadaşı aracılığıyla, Cumhuriyet gazetesinden aldığı bir kartla, haricen bir araştırmacı kimliğiyle burada dolaşmaktadır.

Çok yönlü, çok düzlemlidir, Kar.

Bir okur, şair Ka'nın, toplumsal ve siyasal karmaşanın yaşandığı Kars'ı seçtiğini iddia edebilir, başka bir okur da rehberinin cinsellik olduğunda direnebilir. Okumanıza bağlı, olaylardan ayıklayıp bir aşk romanıdır bile diyebilirsiniz, biraz abartılı bir yargı olsa da.

Bence romanın asıl belirleyici kahramanı kar. Öyle bir imgedir ki, kimi zaman aşkı çağrıştırır, kimi zaman onulmaz bir yalnızlığı, kimi zaman da siyasal cinayetleri örten bir kefen sanki.

Orhan Pamuk'un roman stüdyosu bana Fassbinder'in bir filmini anımsatır.

Okur, gerçeklik duygusu ile kurgunun arasına sıkışır Kar'da. Okurda gerilim ve kuşku yaratan da budur. Bazan okur, Kars'taki panoramayı, bir gerçeklik dünyası içinde algılıyor, bazan da romancının yarattığı yapay ortamda yaşıyor.

Hem romanın içinde hissediyor kendini kahramanlardan biri olarak, hem de araya mesafe giriyor ve birden nesnelleşiyor romana karşı.

Kar bana, kuzeyli romancıları çağrıştırdı. Selma Lagerlöf gibi.

Siz eğer gerçek bir Kars şehri içerisine olayları, kişileri yerleştirmeğe çabalarsanız, sonuçsuz bir işe girişmiş olursunuz, çünkü romanın bir kurgu işi olduğu gerçeğine ters düşersiniz. Çünkü Pamuk, romanı için gerekli gördüğü her şeyi, her olayı, her tipi bu şehre getirip oturtmuştur. Yapay ortamda doğallığı yaratmayı başarmıştır.

Siyasal örtüsünü biraz aralarsanız, bu konuda yazılmış örnek romanlardan birini Boris Pasternak'ınDr.Jivago'sunu anımsayabilirsiniz. Hatta Şair Ka'nın Dr.Jivago ile benzerliklerini karşılaştırmaya bile girişebilirsiniz.

Pamuk da Pasternak gibi kahramanlarına karşı eşit davranıyor, aralarından birini seçip ona edebi iltimas yapmıyor.

Karın dışında Kar'da Kars'ın seçilmesinin bir nedeni de, taşrada her şeyin daha gerçek, daha dramatik yaşanmasıdır. Herkes birbirini tanır ve herkes birbirini kontrol eder ya da ettirilir.

Şeyhle konuşma ve müdürle katili arasındaki diyalogun uzunluğu, bence o sayfaları zor okunur kılıyor.

Pamuk, bazı bölümlerde eski metinlerdeki söylem biçiminden yararlanmış. Olaylar doğrudan anlatılıp aktarılmadan büyük kitaplardan örneklerle sezdiriliyor.

Romanda benim sevdiğim kişi, Kars'ta kendi oteline kapanan, ateist olarak bilinen Turgut Bey; çünkü bütün olayları bilgece değerlendirir. Sunay Zaim ise her dönemin fırıldağıdır, mutsuz bir taşra oyuncusunun beceriksiziliği, küçük çıkarcılığı fışkırır her yaptığından.

Türkiye'nin siyasal, toplumsal panoramasını eksiksiz verme kaygısı, romanı yer yer Halil İbrahim Sofrası'na dönüştürüyor.Fazla malzeme bazı okurlar için, okumayı güçleştirecek oranda.

Orhan Pamuk, Kar'da siyasal tavır ortaya koymaktan çekinse de, bir mesaj yüklemek istemese de, gene de görüşünü yansıtmıştır.

Bu romanın girişinde Ahmet Muhip Dıranas'ın Kar şiirinden iki dizeyi görmek isterdim.

'Kardır yağan üstümüze geceden,/Yağmurlu ve karanlık bir düşünceden.' Çünkü Yusuf Atılgan'ın çok sevdiğim Aylák Adam'ının başındaki Bak'ı'nin beytini hálá hatırlarım.

Jale Parla'nın bir sözünü mutlaka buraya almalı, tartışmaya açmalıyım:

‘Türk romanında Ahmet Hamdi Tanpınar Honore de Balzac'tır, Orhan Pamuk da Stendhal.’

Okunmaya ve tartışılmaya değer bir roman.


DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ


Yaşama Sanatı Felsefesi Alexander Nehamas Ayrıntı

W Ya da Bir Çocukluk Hatırası Georges Perec Metis

Nábiga Süreyya Berfe Adam

Gelinlik Kız Kerime Nadir Doğanx

Savaş Dalgaları Steven Pressfield Bilge
Yazarın Tüm Yazıları