Stadyum protestosunun şifresi

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Galatasaray’ın TOKİ tarafından yaptırılan yeni stadyumunun açılış törenindeki protestolara sinirlenerek, stadyumdan ayrılırken Ajax Başkanı bir arkadaşıma neler olup bittiği sormuş.

Arkadaşım Ajax Başkanı’na, Başbakan’ın protestolara sinirlendiği için adamlarını toplayarak gittiğini açıklamış.
Ajax Başkanı’nın yanıtı şu: “Bunun için gidilir mi? Protesto da bir hak değil mi?”
Ajax Başkanı demokratik bir ülkede yaşadığı için durumu tam kavrayamamış tabii. Çünkü biliyorsunuz Türkiye “ileri demokrasi” ülkesi ve burada normal demokrasilerde olağan görülen tutum ve davranışlar olağanüstü sayılıyor!
Dün Galatasaray Başkanı Adnan Polat’ın açıklamalarını dinlerken, “Ajax Başkanı iyi ki memleketine döndü” diye düşündüm. Çünkü adamcağız bir kez daha şaşıracaktı!
Galatasaray Başkanı, protestoda bulunanların “Galatasaraylı olmadığını” söylüyor. Demek ki Fenerbahçeliler ve Beşiktaşlılar gizlice stadyuma girmeyi ve açılış törenini sabote etmeyi başarabilmişler! Genç Fenerbahçelileri ve Çarşı’yı bu olağanüstü eylemleri nedeniyle kutlardım ama ne yazık ki gerçek bu değil.
Orada Galatasaraylılar vardı ve yaptıkları spontane eylemi de Galatasaraylı, Beşiktaşlı ya da Fenerbahçeli oldukları için değil, siyasal, toplumsal bir tepki olarak ortaya koydular.
Aynı durum Şükrü Saracoğlu’nda da olabilirdi, İnönü’de de!
Tıpkı Dünya Basketbol Şampiyonası’nda olduğu gibi...
Galatasaray Başkanı, bilmem ne kadar polis kamerası ve bilmem kaç tane güvenlik kamerası ile “suçluları” tespit edeceklerini ve stadyuma asla sokmayacaklarını da söylüyor.
İlginç bir durum! İleri demokrasi ülkesinde, şiddete başvurmadan bir protestoyu gerçekleştirenler polis kameraları ile tespit edilecekler ve stadyuma artık girememe cezasına çarptırılacaklar!
Adnan Polat sevdiğim bir arkadaşımdır ama bence fazla ileri gitmiş. Buna kimsenin gücü yetmez! O kulübün ve o stadın gerçek sahipleri o taraftarlar ve onları demokratik bir hakkı kullandıkları için cezalandırmak belki Mussolini İtalya’sında mümkün olabilirdi.
Bence artık Adnan Polat’a istifa etmekten başka yol da kalmamış bulunuyor. İstifa etmek, bazen koltuğa yapışıp kalmaktan daha doğru bir tutum olur, hatırlatmış olayım.
Dün baktım Başbakan’ın siniri devam ediyor.
Neden kızdığını anlayabilmek zor değil.
Bu stadyum, Başbakan olmasaydı yapılamazdı. Kanunları, yönetmelikleri eğip bükmeye hiç bir bürokrat tek başına cesaret edemezdi. Bu nedenle protestocuların haksızlık ettiklerini söylemeliyim.
Bir açılış töreninde, o törene katılanların siyasi eğilimlerini bir kenara bırakıp, sadece o olaya ilgilerini yöneltmeleri gerekir diye düşünürüm. Tabii normal bir ülkede!
Ama ne yazık ki normal bir ülkede yaşamıyoruz!
Hatırlayacaksınız, Başbakan ve bakanlar, kendi partileri tarafından organize edilmemiş hangi törene gitseler, benzer bir durum yaşanıyor.
Bakanlara yumurta atılıyor, protestolar dinmek bilmiyor.
Başbakan bu tabloya elbette sinirleniyor olmalı. Kendisi iyi bir şey yaptığını düşünüyor ve bunun takdir edilmediğini algılayarak sinirleniyor.
Oysa mesele çok daha basit!
İnsanlar kuşkusuz ki iyi eserleri takdir ediyorlar ve aldığı oy da bu takdirin gösterildiğine de işaret ediyor.
Ama artık her gün azarlanmaktan da sıkıldılar! Başbakan, her fırsatta birilerini azarlıyor. Medyayı, sanatçıları, politikacıları ve kendisi gibi düşünmeyen sıradan insanları her gün azarlıyor!
Akşamüstü işten çıkınca bir bardak bira içeni bile “aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içen alkolikler” olarak nitelerken, nasıl bir tepkiyle karşılaşacağını umuyordu?
Böyle bir ülkede insanların kendilerini baskı altında hissetmeleri de normal, uygun bir fırsat çıktığında buna isyan etmeleri de normal!
Diyeceğim şu ki, Başbakan, stadyum için yaptıklarının takdir edilmediğini düşünerek sinirlenmesin.
O protestoların ardında başka niyetler de aramasın.
Sadece biraz düşünsün: Kendisi böyle öfkeli olduğu sürece, insanların sabırlarının da bir gün taşabileceğini unutmasın!

Hiçbiri doğru söylemiyor!

DEVLET, hiç kuşkusuz ki aşırı alkol tüketimi ile mücadele etmelidir. Küçük yaşta alkol tüketimini engelleyecek düzenlemeleri de yapmalıdır.
Bunu yaparken dikkat edilmesi gereken en önemli şey, bunun “genel bir içki yasağı” eğilimini içermiyor olmasıdır.
Kendi kararını kendisi verecek erişkinlerin, yaşam biçimlerine müdahale niteliği de olmamalıdır.
Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu’nun (TAPDK) çıkardığı yönetmeliği eleştiriyor olmamın nedeni herkesin “aksırıp, tıksırıncaya kadar” içki içmesini teşvik etmek değildir.
Çıkartılan yönetmelik, keyfi ve o sırada yetkili makamda oturan kişiye göre uygulamalar yapılmasına açık. Eleştirinin yoğunlaşmasına neden olan şey budur.
Hükümet ve TAPDK, yapılan eleştirileri dikkatle okusa ve bundan kendisi için bir sonuç çıkartarak gerekli düzeltmeleri yapsa, bugünkü “hayat biçimine müdahale” tartışmalarının hiçbirini yaşamazdık.
Dün Radikal’de yayımlanan bir haber bu konudaki eleştirilerin haklılığını da ortaya koyuyor.
Radikal, Birleşik Krallık, Almanya, İspanya, Fransa, İtalya, Yunanistan, İskandinav ülkeleri ve ABD’de bu konuyla ilgili yasal mevzuatı taramış ve Türkiye’de getirilmek istenen yönetmelikle kıyaslamış.
Çıkan sonucu şöyle aktarıyor: Türkiye, yasakta dünyayı solladı!
Onların yazmadığı ikinci sonucu da ben söyleyeyim: Bu düzenlemelerin AB mevzuatına uygun olduğunu açıklayan yetkililerin hiçbiri doğru söylemiyor! Ya bürokratları tarafından yanıltılmışlar ya da yönetmeliğin ne yapmak istediğini anlamak için oturup, yönetmeliği okumamışlar bile! Ya da gerçeği biliyorlar ama halkı kandırmaya çalışıyorlar!
Yazarın Tüm Yazıları