Şeyhülislam Ruhat Hanım

Ruhat Mengi ikidir, Vatan gazetesinden bana soru patlatmakta...

Sorusu üç aşağı beş yukarı şöyle bir şey:

"Gerçekler gizleniyor! Kuran’da başörtüsü emri yoktur. Din alimleri neden susmaktadır? Hadi din alimleri susmaktadır! Peki Ahmet Hakan’a ne olmaktadır? O neden suskunluğunu korumaktadır?"

Hani serde biraz "hocalık"...

Biraz da "polemikçilik" var ya...

Ruhat Hanım işin bu iki kısmına sığınıp, hem beni "büyük müçtehit" tahtına oturtuyor, hem de yanıtı garantilemiş oluyor.

Neyse...

"Ama ben dönmüştüm" falan diyerek ucuzculuk yapıp da Ruhat Hanım’ı hayal kırıklığına uğratmayalım.

***

Aslında ben, Ruhat Hanım’ın zannettiği gibi "tam hoca" sayılmam.

Ben tabiri caizse "yarım hoca"yımdır.

Yarım hocalığın nelere yol açacağını bilmem söylemeye gerek var mı?

Bu yüzden takdir edersiniz ki Ruhat Mengi kadar cesur olmam söz konusu olamaz.

Mesela...

Ben Ruhat Hanım gibi çıkıp "Aziz cemaat! Ahzap Suresi’ndeki ayet şöyle der, bu ayetin tefsiri şudur" falan diyerek bir tür "Şeyhülislam Ebusuut Efendi" tavrı geliştiremem.

Ben bu meseleye Ruhat Hanım gibi dini perspektiften değil, ilke açısından yaklaşıyorum.

İlkemi ise şöyle tarif edebilirim:

Mesela Ruhat Hanım der ki:

"Kardeşim ben bir Müslüman olarak Kuran’dan baş örtme emri çıkarmıyorum. Bu konu yüzyıllardır saptırılmıştır. Kuran baş örtmeyi istemez."

Buna karşı bana düşen saygı göstermektir.

Bir başkası çıkar, der ki:

"Müslüman toplumlar yüz yıllardır Kuran’ı yorumlarken, baş örtme emrinin var olduğunda ortak görüş bildirmişlerdir. Doğrusu da budur."

Buna karşı da bana düşen saygı göstermektir.

Çünkü benim üç ilkem vardır:

BİR: Hiç kimse kutsalın yorumunu kendi tekeline alamaz.

İKİ: Hiç kimse kutsaldan anladığını topluma dayatamaz.

ÜÇ: Herkes kutsalı yorumlama özgürlüğüne sahiptir.

***

Kutsalı anlamakta ve yorumlamakta sonuna kadar özgürüz.

Düşünelim:

Eğer tek bir yorum geçerli olsaydı...

Bunca tarikat, mezhep, meşrep nasıl ortaya çıkardı?

Şeyhülislam Ruhat Mengi Hanım, çıkıp bir fetva patlatırdı ve iş biterdi...

Değil mi ama?

Babacan operasyonu

Alİ Babacan hakkında şanlı Financial Times Gazetesi’nde çıkan yorumu okuyunca şunu düşündüm:

İşe bak! Hükümet icraatı karşısında aşırı didiklemeci pozisyon almış birçok anlı şanlı gazetecimiz burada sus pus olmuş otururken... Ta Londra’daki gazete, Ali Babacan’a tam anlamıyla saydırmalık yumruklar atıyor!

Yok efendim Babacan, AB’yi unutmuş.

Yok efendim Babacan, Brüksel’e pek az gidiyormuş.

Bu kadarla kalsa iyi...

Financial Times öyle bir saydırıyor ki, bizim Cumhuriyet Gazetesi bile yanında "iktidar yanlısı" kalır.

Yazıda şunlar da var:

İstanbul’daki AB Enformasyon Ofisi, "ikinci el kıyafet dükkanı"na benziyor!

Kapıdaki AB bayrağındaki yıldızlardan biri düşmek üzere!

Eğer bizdeki iktidar karşıtları "atlamış", FT gazetesi "yakalamış" ise...

İki ihtimal vardır:

Ya gazete "birilerinin dolduruşuna geliyordur", ya da asıl mesele yazıda da belirtildiği gibi Babacan’dan istenen röportaj randevusunun bir türlü koparılamamasıdır.

Hangisi acaba?

İclal git başımdan

İclal git başımdan sen bana göre değilsin.

Çünkü:

BİR: Feci şekilde ajite eder beni, "Uçak selam söyle babama" diye iç bayıltıcı şiirler yazan biri...

İKİ: Pasif agresif olurum, ne zaman "Ay çok satmak suç mu?" diyen biriyle karşılaşsam...

ÜÇ: Edebiyat matinelerinin "Gösterişçi ve fiyakalı hüznü" delikanlıyı bozar.

Yani...

Bu işte bir kabak tadı var İclal!

Bulmuşsun işte kendine bir "gamzeli kurban", ne güzel!

Ne olur, git kendini hırpalatmadan...
Yazarın Tüm Yazıları