Serdar Turgut: Kader kurbanı oluyordum

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Oturan ve sadece bakan vücudumu arada bir de olsa hareket ettirmek için gittiğim mekánı değiştirdim.

Yeni spor salonu çok daha güzel çünkü buraya benim gittiğim saatlerde tek kişi bile gelmiyor.

Böylece mümkün olduğunca az insanla temas ederek yaşama çabamda yeni bir zafer daha kazanmış oldum.

Ayrıca eski mekándaki aletler de bir tuhaftı. Onlara katiyen güvenim kalmamıştı, çünkü ne kadar hareket edersem o kadar daha fazla kilo almak gibi son derece tuhaf olayı bu makinelerle başarmıştım.

Belki yeni yerdeki makineler insana böylesine anti-diyalektik bir oyun oynamazlar, bakalım göreceğiz artık.

***

Geçen gün saatte 7.5 kilometre hızla, ama hiçbir yere gitmeden yürüyordum salonda.

Canım çok sıkılıyordu, zaten tam gelişmemiş olan estetik duygularım her dakika başı biraz daha azalıyordu.

Çünkü aynada kendimi görüyordum.

Size bir şey söyleyeyim mi şaşı, göbekli, kısa boylu, yuvarlak suratlı, orta yaşlı ve bunca çabaya rağmen zayıflayamayan bir insanın fiziğinin aynada yansıması kadar hayatta acıklı bir olay katiyen olamaz.

Salonda müzik olarak, ‘cısdam, cısdam cısdam, dam dam dam, cısdam’ diye ritmik olarak giden bir şey çalıyordu.

Hayli uzun bir kaset koyuyorlar burada kasetçalara.

Bir kasette en azından 20 şarkı filan var. Hepsi de ‘cısdam, cısdam cısdam, dam dam dam, cısdam’ diye başlıyor ve öyle bitiyor.

Anladığım kadarıyla emperyalist ülkelerden bir tanesinde bir faşist ‘Şaşı, göbekli, kısa boylu, yuvarlak suratlı, orta yaşlı ve bunca çabaya rağmen zayıflayamayan bir insanın aynada yansımasını seyredip sonsuz bir hüzüne düşerken, bütün bu handikaplara rağmen hiçbir yere gitmeden yürümesini sürdürmesi için acep ne tür müzik türü gerekir?’ diye düşünüp bunları bestelemiş olmalı.

Bu müzik başlayınca yürümemek mümkün değil, yemin ediyorum.

***

Birden katastrofik şey oldu.

Dediğim gibi ben insanlarla fazla temasım olsun istemiyorum.

Erkek cinsinden zaten pek hoşlanmam.

Eskiden kadınlarla arada bir konuşurdum, artık bundan da hoşlanmıyorum.

Ama en korktuğum çocuklardır.

Çünkü çocuklar ‘Senle konuşmak istemiyorum, çek git’ lafını anlamıyorlar.

Hatta bu tür bir tavrı sadece onun tarafından kurulmasına çalışılan aramızdaki hayali arkadaşlığı daha da ilerletmeye çağrı olarak bile görüyorlar.

Ve üstüme üstüme geliyorlar.

***

Çocuklardan korkum tahmin ediyorum ki 1974 yılında başladı.

Bir akşam arkadaşlarla Greenwich Village'de yürüyor ve Amerika'da Marksist silahlı ayaklanmanın ne zaman gerçekleşeceğini konuşuyorduk.

Bu konuda aramızda bir fikir ayrılığı vardı. Bir fraksiyon ayaklanmanın 15 gün içinde olacağını düşünüyordu.

Diğerlerinin iddiasına göre -ki ben bunların arasındaydım- Amerika'da Marksist silahlı ayaklanmanın hemen o gece başlaması ihtimali vardı.

Neyse, bunları konuşup yürürken yanımıza iki sevimli çocuk yanaştı.

Bir tanesi beş, diğeri de 7 yaşında filandı.

Yedi yaşındaki olan bana yaklaştı ve ‘‘Kardeşimi kucağına alıp sever misin, demin o çok korktu’’ dedi.

Bu arada korktuğu iddia edilen kardeş son derece sevecen gözlerle bana bakıyordu.

Hemen onu kucakladım.

Tam konuşacaktım ki, büyük oğlan ‘‘İndirsene onu biraz aşağıya’’ dedi.

İndirdim. Hemen köşeye doğru uzaklaştılar.

‘‘Şimdi elini kokla’’ dediler bana. Kokladım, bok kokuyordu.

Kahkahalarla güldüler ve kaçtılar.

Bu iki kardeşi daha sonra defalarca Village'de aynı numarayı başka aptallara yaparken izledim.

O günden beri çocuklara katiyen güvenmem. Onları mümkün olduğunca fazla sevmemeye çalışırım ve kendi çocuklarının ne kadar güzel, sevimli ve aklıllı olduğunu anlatan insanlardan da çok ama çok sıkılırım.

***

Evet, olmayacak şey oldu ve spor salonuna 11 yaşlarında bir çocuk geldi.

Dışarda harika bir hava varken, bir çocuğun spor salonuna gelmesi kendi başına sinir bozucu bir olaydı zaten.

Olayı daha da sinir bozucu yapan unsur, çocuğun eşofmanlarının çok şık olmasıydı.

Ve daha da korkuncu oğlanın benimle konuşmaya kararlı olmasıydı.

Yan koşu bandının üstüne çıktı ve bana bakmaya başladı.

Bu arada kendi kendine de konuşuyordu.

Aslında bana konuşuyordu ama direkt soru sormasını teşvik edecek bir surat ifadem olmadığı için bunu dolaylı yoldan yapmaya çalışıyordu.

Bir yerde sabit dururken bile çocuklarla konuşmaktan hoşlanmam, saatte 7.5 kilometre hızla yürüyüp üstelik de hiçbir yere gitmezken bir çocukla konuşacağıma oracıkta intihar ederim daha iyi.

Veya onu öldürürüm, bilmem anlatabiliyor muyum?

***

Bu gibi durumlarda benim Jerzy Kosinski'm tutuyor.

Jerzy Kosinski kitaplarında hiçbir nedeni yokken gayet soğukkanlılıkla başkalarına kötülük yapıp bunun keyfini çıkaran insanları anlatır.

Çocuk bana bakarken ben de aynen Kosinski'nin kahramanları gibi hissetmeye başladım kendimi.

Aklıma çeşitli güzel fikirler gelmeye başladı.

Örneğin o arada yürüme bandını çalıştırmaya çalışan çocuğa aniden yardım edip, bandın hızını saatte 18 kilometreye kuruversem ne olurdu acaba diye düşündüm.

Bunu tam hayata geçirmek üzereyken görevli geldi, çocuğa yürüme bandından inmesini söyledi, o da gitti öbür yanda bulunan bisiklete bindi ve bisikletle konuşarak pedal çevirmeye başladı.

O gün 670 kalori yakmışım. Çıkınca iskender kebap yemeğe gittim. Tek çatalda elli kalori vardı ve ben 20 çatal darbesiyle onu yedim. Sonra da stres atmak için künefe yedim.



Yazarın Tüm Yazıları