Sedat Ergin: AB kararında Türkiye'nin paradoksu

Sedat ERGİN
Haberin Devamı

Avrupa Birliği'nin ırkçı çizgideki Özgürlükçü Parti'nin hükümete girmesi halinde Avusturya'ya yaptırım uygulama kararının Türkiye açısından yaratacağı sonuçlar bir paradoksa işaret ediyor.

AB'nin yönelişi, ilk düzlemde Türkiye'yi rahatlatırken, bununla çelişkili ikinci bir düzlemde Türkiye açısından sıkıntı yaratacak gibi gözüküyor.

Önce birincisine bakalım: AB'nin bu kararı Avrupa demokrasilerinin kendilerini hedef alan tehditlere karşı korunabilmek amacıyla önlem almalarını meşru gösteriyor.

Bu önlem, gerekirse demokratik bir seçimde sandıkta tecelli eden sonucun tanınmaması ölçüsüne varıp, klasik demokrasi teorisini de sarsabiliyor.

AB'nin bu tutumunun Avrupa sözleşmelerinde ırkçılıkla aynı kategoride görülen ‘‘din temelinde ayrımcılık’’ başlığında da geçerli olması gerekir.

Türkiye gibi bariz şekilde irtica tehlikesiyle karşı karşıya olan bir ülkenin, bu durumu kendi açısından bir kazanım olarak not etmesi doğaldır.

Etnik ayrımcılığa dönük şiddetin savunulmasının ifade özgürlüğü olarak takdim edilmesi karşısında da Türkiye'nin AB karşısında elinin güçlendiği savlanabilir.

* * *

AB, Avusturya karşısında bu tepkiyi gösterirken, bir içtihat getirerek, yetki alanını doğrudan bir hükümetin oluşumuna müdahale hakkını da içerecek şekilde genişletmiştir.

Bundan çıkan sonuç, Türkiye'nin tam üye adaylığı sürecinde karşısında kendisine dönük taleplerinde müdahil bir AB bulacak olmasıdır.

‘‘Tam üye’’ Avusturya'ya hükümetin oluşumuna karışacak ölçüde müdahale etme hakkını kendinde gören AB, ‘‘tam üye adayı’’ Türkiye'ye daha da dayatmacı davranabilir.

Bu çizgi, tam üyelik müzakerelerinin başlayabilmesi için ön koşul olan Kopenhag ölçütlerinin uygulanmasında; yani insan hakları, demokratikleşme, sivilleşme ve Kürt sorunu gibi başlıklarda Türkiye'yi sıkıştırabilir.

Böyle olsa da, AB'nin yeni içtihadı tersinden bakıldığında, Türkiye'nin eline karşılaşacağı telkinler karşısında güçlü argümanlar vermektedir.

Türkiye, bu alanda atacağı adımları ayarlarken, özellikle bölücülük çerçevesinde şiddetin savunulması ve köktendincilik alanlarında korumak isteyeceği sınırlar için önemli bir meşruiyet dayanağı bulacaktır.

* * *

Ancak bu paradoksun Türkiye-AB diyaloğunda bir kilitlenmeye yol açmasına izin verilmemelidir.

Çıkış yolu, Türkiye'nin demokratikleşme, insan hakları alanında üzerine vazife olan adımları -AB'nin içtihadı olsun olmasın- geciktirmeden atmasıdır.

AB içtihadı, hiçbir şekilde Türkiye'nin bu alandaki ev ödevini ihmal etmesi, savsaklaması için bir mazeret olarak kullanılamaz.

Tam tersine, Türkiye'nin yeni içtihat çerçevesinde kendi özel koşullarını inandırıcı bir şekilde gündeme getirebilmesi, insan hakları ve demokratikleşme alanlardaki ödevini düzgün bir şekilde yapmasına bağlıdır.

Yazarın Tüm Yazıları