Plaket ’bağışlayana’ mı, 'bağışlatana' mı

BİR haftadır yurtdışındayım.Böyle zamanlarda yazı işleri masasındaki arkadaşlarla fazla tartışmaya girmemeye dikkat ederim.

Biraz dışarıdan gazel okumak gibi gelir bana.

Ama dün bir başlık konusunda Yayın Koordinatörümüz Fikret Ercan’la epey konuştuk.

Konu, Deniz Feneri olayında sahte vekálet veren noterin açığa alınmasıydı.

Şöyle bir başlık önerdim.

"Türk Deniz Feneri’nde ilk dalga..."

"Dalga" kelimesini Ergenkon davası meşhur etti.

Bu kelimeyle, dalga dalga gelişecek bir çeteleşme olayı anlatılmak isteniyor.

Fikret Ercan, "Dalga kelimesini kullanmamız için en az üç beş kişinin alınması gerekmez mi" dedi.

Ergenekon’da öyleydi.

Ama, Türk adaleti, Deniz Feneri skandalının Türkiye ayağına da bakacaksa, orada da dalga dalga gelişecek bazı şeyler yok mu?

Noterin açığa alınması, bana göre Almanya’dan kaplumbağa hızıyla gelen Deniz Feneri e.V. dosyasının, en azından küçük bir ucunun resmen memleketimize ulaştığını gösteriyor.

Bu karar, Deniz Feneri’nin Türkiye’deki uzantısı olan kişilerden birinin yaptığı sahteciliğin, yavaş yavaş iddia olmaktan çıkıp iddianame olabilecek aşamaya doğru gittiğini gösteriyor.

* * *

Acaba Deniz Feneri’nin ikinci dalgası ne zaman gelecek?

Yakın zamanda mı, yoksa yerel seçimlerden sonra mı?

Yoksa hiç gelmeyecek mi?

"Dalga" kelimesini çeteleşme olayları için kullandık.

Ama son günlerde özellikle İstanbul ve Ankara belediyelerinde ortaya çıkan skandallar, insanın aklına şu soruyu da sokmuyor değil:

Acaba mega şehirlerimizin mega bütçeleri, bazı rant çetelerinin iştahını mı kabarttı?

Hürriyet’in dünkü manşetindeki haberi okurken siz de benim gibi düşünmediniz mi?

"Şaban Dişli’nin günahı neydi?"

Plan bana "Italian Job" filmindekinden daha dáhiyane geldi.

Önce bir yeşil alanı gözlerine kestiriyorlar. Arsa, yeşil alandan çıkarılıp hizmet binası yapımına ayrılıyor.

Sonra partiden daha çok genel başkana yakın olduklarını söyleyen üç kişi gelip bu arsayı alıyor ve "Partiye bina yapacağız" diye belediye meclisinden geçiriyor.

Üçüncü aşamada, bu arsanın çevresindeki gecekonduların bulunduğu arazi yeşil alana çevriliyor. Gecekonducular, arsamızın değeri sıfırlandı diye paniğe kapılıyor.

Tam o sırada Denizlili bir kuyumcu çıkıyor ve "Merak etmeyin, ben sizin arsanızı alırım" diye, iyilik yapar gibi hepsini kapatıyor.

Geliyoruz beşinci aşamaya.

Bu Denizlili arkadaş, topladığı arsayı, aralarından biri, kendisi de Denizlili olan ilk üç kişiden birine satıyor.

Durun "Turkish job" bitmedi. Geliyoruz planın altıncı aşamasına.

Çevrede yeşil alan yapılarak değeri düşürülen arazi, bir gecede öteki arsayla birleştirilip, 10 bin metrekare inşaat alanlı alışveriş merkezi yapılabilir haline getiriliyor.

* * *

İşte tam bu sırada, Kılıçdaroğlu adlı "kábus adam" ortaya çıkıyor ve tek cümle ediyor:

"Şu arkadaşı tanıyor musunuz?"

"Turkish job"
ekibinde anında panik atak başlıyor.

Çarşamba akşamı, İzmir’de saat tam tamına 19.40’ta ajanslardan bir açıklama haberi geliyor:

"Biz o arsayı Federasyon’a bağışlama kararı aldık."

Federasyon’a soruyoruz:

"Biz de o açıklamayla öğrendik."

Futbol Federasyonu böyle bir arsa kazandığı için elbette memnunuz.

Ama Federasyon bunun için kime teşekkür plaketi verecek?

Arsayı bağışlayan "Turkish job" ekibine mi, yoksa panik atak yaratıp "bağışlatan" Kılıçdaroğlu’na mı?

Bence Kılıçdaroğlu’na.

Bu da onun belediye başkanı bile seçilmeden İstanbul’a kazandırdığı ilk somut proje oldu...

Ya akim kalmış teşebbüs.

Onun dalgası ne zaman gelecek?

O da seçim sonrası mı?..
Yazarın Tüm Yazıları