Pazar pazar bu sorulur mu

AKP’nin liberal kanadından entelektüel bir dostumla geçen gün yemek yiyorduk.

Çok ilginç bir soru ortaya attı.

Onun ağzından aynen aktarıyorum:

‘Bizler maneviyata çok önem veren insanlarız. Ama aklıma şöyle bir soru gelmiyor da değil. Ruh dediğimiz şey bu kadar kıymetli ise onu dinlerin hep küçümsediği bir bedende niye saklıyoruz ki?’

Her şey basit bir soru ile başlar.

Tıpkı bir zamanlar Newton’un sorduğu o basit soru gibi:

‘Elma yere düşüyor da, ay niye düşmüyor...’

Gelin bu pazar günü biraz maneviyat felsefesi yapalım.

Yine o meseleye dönelim.

Ruhun ağırlığı meselesine.

* * *

Ruhun ağırlığının 21 gram olduğunu yazdığımda, henüz ‘21 Gram’ filminden haberim yoktu.

O yazıda şunu sormuştum.

Acaba Milan Kundera, 80’li yıllarda hepimizi allak bullak eden kitabına ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ adını koyarken, ruhun ağırlığının ne olduğunu biliyor muydu?

Çünkü bir başlık ancak bu kadar yerine oturabilir.

‘21 Gram’ filmi bu altın ağırlığı hepimizin kafasına çaktı.

Hepsi hepsi 21 gramcıkmış...

Düşünün aşk, nefret, sevgi, öfke, kıskançlık, inanç dediğimiz bize ait her şey bu 21 gramcık ‘şeyin’içine sığıyor.

* * *

AKP’li arkadaşım devam ediyor:

‘Biz ruhun hep bedendeki hallerini biliyoruz. Yani aşk olarak, kıskançlık olarak veya başka türlü. Ama bütün bunlar bu dünyaya ait şeyler. Peki ya ruhun öteki dünyadaki halleri?’

Onu bilmiyoruz.

Çünkü gidip de gelen, gelip de anlatan yok.

Ruhun ağırlığını bile, beden dediğimiz o fani varlığı dara olarak kullanıp bulmaya uğraşıyoruz.

Yani ruh dediğimiz bizi biz yapan şey, beden içindeyken anlamlı bir şey.

Tıpkı Oktay Rifat’ın şiirindeki gibi:

‘Tanrı katında dizi dizi insan ruhu

Tuz ruhu, nane ruhu...’

* * *

Diyeceksiniz ki bu pazar günü bu saçma sapan sorular niye?

İşte oraya geliyorum.

Madem bu beden o kadar kıymetsiz, madem 21 gram dışındaki maddi kitle bu kadar kıymetsiz, bu kadar aşağılanacak bir şey, öyleyse ruh gibi bir pırlanta taşını niye böyle pespaye bir ambalaj içinde taşıyoruz?

Oysa bedenlerin seviştiğini gördük, ama ruhlarınkini gören yok.

Aşkın en üst hali olan sevişmeyi bile ancak o ‘fukara’ bedenlerimiz gerçek kılıyor.

Gerçek böyleyse nedir bu fani bedene layık gördüğümüz eza...

Bazen düşünüyorum.

Gövdesine özen gösteren din adamına pek rastlamadım.

Seksen kiloluk bedenleri sanki o 21 gramlık ruhun altında ezilmiş gibidir.

Çoğu, günahkár olan ruh değil de bedenmiş gibi dururlar.

Bazen keşke diyorum, o 21 gram zaman zaman bedenden çıkıp küçümsediği, aşağıladığı o ‘zenciye’, yani bedene dışarıdan bakabilseydi.

Keşke Allah bize böyle, ruhumuzu havalandırma, teneffüse çıkarma gibi bir imkán tanısaydı.

Acaba o zaman beden dediğimiz her şeyi taşıyan etten, kemikten ve sinirden ibaret varlığa daha saygılı olur muyduk?

Ne yazık ki, Barış Manço’nun o müthiş şarkısındaki gibi ‘Can bedenden çıkmayınca’ ne birinin ne de ötekinin kıymetini anlayabiliyoruz.

Anlayan da giden değil, kalan oluyor.

* * *

Peki buradan nereye geleceksin?

Herkesin bildiği çok basit bir gerçeğe.

Bu dünya önemlidir.

Bu beden önemlidir.

Ve en önemlisi, bu beden ve 21 gramın birlikte var olduğu bu fani dünyadaki her gün önemlidir.

İkisinin de kıymetini bilmek gerekir.
Yazarın Tüm Yazıları