Ortadoğu’daki değişime nasıl bakmalıyız?

TUNUS’ta başlayan, Mısır ve Libya’yı da içine aldıktan sonra pek çok bölge ülkesine sirayet eden gelişmeler, Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya yayılan çok geniş bir coğrafyada tarihin akışının yön değiştirdiğine işaret ediyor.

Bölgenin dört bir tarafında patlak veren olaylar, artık kontrol edilemeyen bir dizi dinamiğin kendiliğinden harekete geçtiğini, kartopu etkisiyle büyüdüğünü ve bir anlamda tarihin değişim yönünde kendi ivmesini yarattığını gösteriyor.

TEK ADAM YÖNETİMLERİNE SON

Tanıklık ettiğimiz büyük kırılmayı şu tarihi perspektif içine oturtabiliriz: Bu dalganın yükseldiği ülkelerin çoğu, ya 19’uncu yüzyılın sonuna doğru ya da 20’nci yüzyılın hemen başında Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyetinden koparak bağımsızlılığını elde etmiş ve geçen yüzyıldaki serüvenini monarşi ya da farklı bir otokratik yönetim modeli altında tamamlamıştı. Bu ülkelerin 21’inci yüzyıla adım atmalarından yaklaşık 10 yıl sonra bu yapıların çatırdadığına tanık oluyoruz.
Bu çatırdama, demokrasi ideallerine inanan insanlar için sevindirici bir gelişmedir; yeter ki bundan sonraki süreçler demokrasi yörüngesinde seyretsin.

İktidarın babadan oğula devredildiği monarşilerin ya da asker ve polis gücüne dayanan tek parti ya da tek adam rejimlerinin çoğunun ortak paydası, temel insan hak ve özgürlüklerine, insanın tercih hakkına, yönetimde söz sahibi olma talebine gereken saygıyı duymamalarıydı.

İnsanların hak arama yollarının kapalı olduğu, en masum taleplerinin bile acımasız yöntemlerle bastırılabildiği, yaygın insan hakları ihlallerinin söz konusu olduğu rejimlerdi bunlar.

Artık eskisi gibi kolay yürümeyecektir işler bu rejimler açısından.

Kuşkusuz, bölgede sınırlı sayıda mutedil rejimin işbaşında olması, bu genel saptamayı geçersiz kılmaz.

Sonuçta tarihin akışı, bu demode, köhne yapıları daha fazla taşımayacaktır.

HİÇ KİMSE ÖNGÖREMEDİ

Bölgede uç vermiş olan değişim dalgası, en ileri imkânlara sahip Batılı istihbarat servislerinin, en iddialı think tank’lerin, en bilgili otoritelerin öngöremedikleri bir durumdur.

Herkes hazırlıksız yakalanmıştır. Dolayısıyla, bu sarsıntıya nasıl karşılık verileceği konusunda hiç kimsenin hazır bir reçetesi de yoktur.

Üstelik her ülkenin özelinde, olayların gerisinde çok farklı sosyolojik, siyasal ve ekonomik dinamikler rol oynayabiliyor.

Ancak yine de hepsinde ortak bir özellik var. O da, hepsinde baskıcı rejimlere karşı bir itirazın, başkaldırının dile getiriliyor olmasıdır.

Bu itiraza karşılık, değişimin nasıl gerçekleşeceği, hangi yöne kanalize olacağı konusundaki büyük güçlükleri de teslim etmeliyiz. Doğu Avrupa’da 1990’lı yılların başında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla başlayan büyük deprem, yaklaşık 10 yıl gibi kısa bir zaman içinde bu ülkelerin neredeyse hepsinin piyasa ekonomisine geçmesi ve Batılı anlamda demokratik yapılar kurup bunları başarıyla işletebilmeleriyle sonuçlanmıştı.

NATO ve AB’nin burada üstlendiği rol azımsanamaz; ancak Doğu Avrupa ülkelerindeki komünist sistemin önemli bir artısı olan kuvvetli eğitimin güçlü bir insan sermayesi yaratmış olması, buna paralel olarak bu ülkelerin bilimde, teknolojide, sağlıkta önemli bir fiziki altyapının bulunması da bu yumuşak geçişi kolaylaştıran faktörlerdi.

Bugün rejimleri içten çatırdamakta olan Ortadoğu ülkelerine baktığımızda, bu gibi kategorilerde ve Birleşmiş Milletler’in insani gelişme endekslerinde kuvvetli bir noktada durduklarını söyleyemeyiz.

MEDENİYETLER ÇATIŞMASI  TEZİNE YANIT

Ayrıca, tarih içinde değişik güzergâhlarda yol almış farklı kültür ve medeniyet havzaları ve bunların şekillendirdiği geleneklerden söz ediyoruz. Dolayısıyla, başka şablonların bölge ülkelerinde hemen kök tutmasını beklemek de çok gerçekçi olmayabilir.

Sonuçta, farklı geleneklere ve demokrasiye geçişi kolaylaştıracak siyasi kurumlar ve altyapının yokluğuna rağmen, bu ülkelerin önemli bir bölümünde demokrasi yönünde kuvvetli bir özlemin, talebin bulunduğu aşikârdır.

Demokrasi talebinin Müslüman Doğu dünyasından, örneğin Mısır’dan dile getirilmesi, demokrasinin yalnızca Hıristiyan Batı dünyasının tekelinde olduğu yolundaki “medeniyetler çatışması” tezini hükümsüz kılması bakımından da ayrıca eşsiz değerdedir.
Yazarın Tüm Yazıları