Onun hayatı geçen hafta 7 ödül birden kazandı

Geçtiğimiz hafta sonu 62. kez dağıtılan Emmy’ler, bu yıl sanki farklı düşünen zihinleri, hayat yürüyüşünde ana yolun dışına çıkmış gerçek insanları ödüllendiriyor gibiydi:

Doktor ölüm olarak nam salan, ötenazi savunucusu Jack Kevorkian ile otizmin ümitsizlik demek olmadığını kendi hikayesiyle ispatlayan Temple Grandin... Elbette ödülleri onları canlandıran Al Pacino ile Claire Danes aldı ama her ikisi de birer ilham kaynağı olarak, ödüllerin dağıtıldığı salondaydı. Jack Kevorkian’ın kim olduğunu iyi kötü pek çok kişi biliyor. Ama Temple Grandin’i ve azim dolu hikayesini belki bir avuç insan biliyordur

Bugün hayvan bilimleri alanından bir uzman olan, ABD’nin Colorado Devlet Üniversitesi’nde profesör olarak çalışan, yazar ve mucit Grandin, 1947’de dünyaya geldiğinde pek de gelecek vaad etmiyordu (bu arada hayatını anlatan televizyon filminin ödül aldığı gece kendisinin doğum günüydü). 2 yaşında beyninde hasar var dendi. Otizm teşhisi konduğunda 3 yaşındaydı. Kendisi gibi çocukların gittiği bir okula gönderildi, konuşma terapisi gördü. Nihayet konuşmayı becerdiğinde 4 yaşındaydı.
Onun için asıl mücadele ortaokul ve lise yıllarında başladı, çünkü ‘normal’ çocuklarla birlikte okuyacaktı. Arkadaşları “inek, gerizekalı” diye dalga geçtiler. Bazıları da kayıt cihazı diyordu Temple’a. Çünkü duyduğu her şeyi defalarca tekrarlayabiliyordu.
Lisansını psikoloji üzerine yaptı, master tezi hayvan blimleri üzerineydi. Doktorasını da aynı alanda tamamladı. Uzun boylu, utangaç görünüşlü bu kızın otistik olduğunu ilk bakışta anlamak zordu.

DİĞER TARAFTAN GELEN İLK SES OLDU

1980’lerin ortalarından itibaren, Amerikan Otizm Topluluğu’nun davetiyle, otizm hakkında konuşmalar yapmaya başladı. İlk kez birisi kendi deneyimlerini, tam olarak neler hissettiğini kalabalık topluluklar karışısında anlatıyordu. Bir keresinde sese karşı hassasiyetini “sanki raylara bağlanmıştım ve tren üzerime doğru geliyordu” diye tarif etmişti örneğin. Dinleyicileri daha çok otistik çocukları olan insanlardı. Temple’ı dinlemeye doyamıyorlardı. Çocuklarının neden durmaksızın kendi etrafında döndüğünü, aynı kelimeleri tekrarlayıp durduğunu, kulaklarını elleriyle kapadığını öğrenmek istiyorlardı. Temple, diğer taraftan gelen ilk ses gibiydi.
1995’te, Mars’taki Antropolog isimli bir kitap yayınlandı. Kitap, Temple Grandin hakkındaydı ve adını da sıradan insanlarla birlikteyken kendini nasıl hissettiğini tanımladığı bir cümleden alıyordu. Birden bire onu tanıyanların sayısı arttı. Ardı ardına televizyon programlarında görünmeye başladı. Time, People, Forbes gibi dergiler, New York Times gibi gazeteler ondan bahsediyordu. Larry King’e konuk oldu.
Temple, İngilizce’nin kendisinin ikinci dili olduğunu, ana dilinin görsel olduğunu iddia ediyor. Hafızası, en küçük görsel detayları hatırlamasına yardımcı oluyor. İsterse bir anıda geriye gidip, istenen detayları görebiliyor. Anısını başka ışık ve bakış açılarıyla görebiliyor. Tıpkı bir film seti gibi düşünün. Sahne aynı ama ışığın ve kameranın yeri değişiyor.
Temple Grandin’in hayvanlarla ilgili çalışmaları da kendi özel durumundan etkilenmiş gibi görünüyor. Kesimlik hayvanların iyi bir hayat sürmesi, kesime gitmeden önce strese girmemesi ve kesim sırasında acı çekmemesi üzerine çalışıyor. Kesimhaneler ve besi çiftlikleri için araştırmalar yapıyor. 2004’te bu yüzden bir ödül bile aldı.

OTİZMİN ORTADAN KALDIRILMASINA KARŞI

Hiç evlenmemiş, çocuğu yok. Duygusal ilişkileri anlamadığını, ilgisini çekmediğini anlatıyor. Sosyalleşmeyi sıkıcı buluyor. Duygusal romanlar, filmler, televizyon programları hiç ilgisini çekmiyor. Ata binmeyi, bilimkurgu okumayı, sinemaya gitmeyi seviyor. Çoğunlukla bir kovboy gibi dolaşıyor. Emmy ödüllerine de böyle bir kostümle katılmıştı.
Çektiği tüm sıkıntılara rağmen Temple Grandin, otizmin ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmaları desteklemiyor. Nöro çeşitliliği savunuyor çünkü. Kendi durumunu yok edilmesi gereken bir hastalık değil, farklılık olarak görüyor. “Parmağını şaklatacaksın ve artık otistik olmayacaksın deseler, kabul etmezdim. Otizm beni ben yapan şey” diyor.

KUCAKLAMA MAKİNESİ İCAT ETTİ

Temple Grandin, 1945’te, 18 yaşındayken bir kucaklama makinesi icat etti. Sıkıştırma kutusu olarak da biliniyor. Aşırı duyarlı insanların, daha çok da otistiklerin sakinleştirilmesinde kullanılıyor. Otistikler başka insanlara sarılmayı bırakın rahatlatıcı, daha da gerginleştirici bulabildiğinden, makine pek çoğu için hayat kurtarıcı.
Makine, 90x120 santimlik iki levhadan oluşuyor. Yastıkla kaplı levhalar v şeklinde duruyor. Hava kompresörleri yardımıyla çalışıyor ve levhaların arasına yatan kişiyi istediği kadar sıkıştırıyor.
Fikir, Temple’ın aklına, Arizona’daki teyzesinin çiftliğine gittiğinde gelmiş. Sığırların, aşılanacakları zaman buna benzer bir cihazla, kaçmasınlar diye sıkıştırıldıklarını görmüş. Sıkıştırma, hayvanlar üzerinde sakinleştirici bir etkiye de sahipmiş. Yöntemin kendi huzursuzluğunu da dindireceğine karar vermiş. Temple bugün hala, kendini huzursuz hissettiğinde kendi icadı olan sarılma makinesini kullanıyor.
Yazarın Tüm Yazıları