“Öncü şehrimiz İzmir”in yeni görsel kimliği: Aynu’l Hased

Haberin Devamı

SEKSENLİ yılların sonları... İberotel Sarıgerme Park’tayız. (Ürdün asıllı) İspanyol Genel Müdür Yardımcımız Mr. Hassan Farmawi, masamın üstünde duran “nazar boncuğu”nu görünce, “Ooo Nehad Beey” dedi, “Aynu’l Hased haa? Fantastic. You are big orientalist, really...”


“İzmir’in –onu kem gözlerden koruyacak- yeni görsel kimliği”ne bakınca, kulaklarımda çınlayan ilk cümle bu oldu nedense? Sonra, 2003 yılında, İzmir Ticaret Odası’nın ev sahipliğinde düzenlenen ve moderatörlüğünü benim yaptığım arama konferansındaki tartışmalar düştü aklıma. “İzmir Kimliğini Yansıtan Bir Simge İçin” çalışılmıştı; (müthiş fikirler üreten bu seçilmiş katılımcılar, İzmir’e Hollywood’dan bakmadıkları ve bana da büyük paralar ödenmediği için olsa gerek) bu konferansın sonuç raporu, bir şekilde gazel oldu. Oysa “nazar boncuğu”, dokuz sene evvel önerilen simgeler arasında zaten vardı.

Haberin Devamı


Sözünü ettiğim projenin içinde olmak, sonuca ulaşmak için sorulması gereken soruların çok basit olduğunu fark etmemi sağladı. Bir kenti anlatan simge, -kente ait olmazsa olmaz- hangi unsurları taşımalıydı? Görsel kimlik, hangi yön –doğu, batı, kuzey, güney- ve hangi zaman diliminde –dün, bugün, yarın- hayat bulmalıydı? Hangi coğrafi perspektiften –Lâtin, Ortadoğu, Balkan, İskandinav vd- yararlanılmalıydı? Zor olan, yanıtları sentezlemeyi becerebilmekti. İşte (tıpkı EXPO’da olduğu gibi, sürece dahil edilmeyerek) dışlanan kamuoyunun, kendisini paydaş görmediği ve logoyu da kendisine ait hissetmediği için haklı olarak birkaç gündür tartıştığı ve daha aylarca da tartışacağı, “zurnanın zırt dediği nokta bu”ydu. Hâlâ evimin baş köşesinde bir nazar boncuğu olduğunu düşündüğümüzde, aslında ben bu logodan çok hoşlanmalıydım değil mi? Ama öyle olmadı. Görsel kimlik, bir çağrışım ya da çağrışımlar topluluğu olması gerektiği için, İzmirli’nin işini nazar boncuğuna bırakmış olması mıydı, acaba keyfimi kaçıran?


Simge, “İşte bizim farkımız” demektir. “Biz farkın sahibiyiz” anlamına gelir. Bu da yetmez; “Görselimiz, oranın eşsizliğini de anlatır” diyebilmektir. Nazar boncuğu, Anadolu (hattâ bütün orta şark) coğrafyasında kullanılan sıradan bir alâmet... Yani ne kadar İzmir ise o kadar Antep, ne kadar Edirne ise o kadar Çankırı’dır... Oysa simge, tek, yegâne, olmalıdır. Kule her yerde vardır ama Eyfel biriciktir meselâ. Slogana gelince... Ustalıkla pazarlanan çağrışımlar, resmi slogan haline gelmeden bile iz bırakmayı başarabiliyorlar. Örneğin yıllar önce, “İsviçre uçakta başlar...” diyordu İsviçre Havayolları. “Parisli bir hanım, rüzgâr estiğinde, eteğini değil şapkasını tutar” diyebilmek de böyle bir şeydi zaten. Pazarlama, kentin web sitesine, “20 yıl boyunca her akşam başka bir lokantaya gitseniz, New York’u bitiremezsiniz...” yazabilmekti biraz. “Napoli’yi görmeden ölme” diye fısıldayıp, “Ben aşkımı Portofino’da buldum” diye ıslık çaldırabilmekti... Hiç kimse, arkadan gelen olmayı kolay kolay kabullenmez. Peki “Öncülerin Şehri” tavrı, yeterince özgün mü sizce? Üzüldüğüm, benim için “Bir şeyi de beğense dişimi kıracağım” diye konuşacaklara malzeme olacağız yine. Deniz Sipahi bile, “Sen bardağın boş tarafına bakıyorsun...” diye sataşır şimdi. Ben de ona soracağım, “İnsanlar neden 7000 yıldır buradalar acaba? Herhalde, sadece nazar boncuğu üflemek için değil...” Ve “Beni boşver” diyeceğim. “Logoyu asıl sahiplenmesi gereken kişinin, ‘Sokaktaki adam’ın, çıkartılan işi, neden ‘Çok yaratıcı olmuş be...’ diye alaya aldığını?” soracağım...

Yazarın Tüm Yazıları