O yazıyı nerenle yazdın be adam

ÇİZGİYİ görünce, zınkk diye durdum.

Haberin Devamı

Dergi elimden düşüyordu.
“Vay canına” dedim.
Yoksa biz kitap yazarı, köşe yazarı erkekler...
Biz hepimiz böyle herifler miyiz...
Yani o yazıları böyle mi kaleme alıyoruz.

* * *

Hemen “Bir Ertuğrul Özkök eksantrikliği” deyip geçmeyin.
Olay ciddi..
Türkiye’nin en ciddi psikoloji dergisi “Psikeart”ın son sayısında verilen bir ekte yer alıyor.
Dergi son sayısını “mizaha” ayırmış.
Bence çok iyi bir zamanlama. Türkiye susturuldukça mizah daha fazla konuşmaya başlıyor.
Yer üstünde konuşamazsa, yeraltında konuşuyor.
Derginin içinde Bahadır Baruter’in çizdiği “Uykusuzluk” adlı bir ek var.
İçinde, “Duygusallık”, “Bağımlılık”, “Özgürlük”, “Niyet”, “Kısmet”, “Mahcup”, “Küstah”, “Dindar”, “Tanrıtanımaz”, “Tanrıtanır” gibi insanlık hallerini anlatan birçok desen çizmiş.
Çizgilerden biri “Zevk” adını taşıyor. Hemen sayfaya koyacaktım ama, malum artık muhafazakâr Türkiye’deyiz.
Bir de ramazan...
Boşver risk alma oğlum dedim.
Ama çizgiyi size anlatacağım.
Ayakta duran çıplak bir erkek görüyoruz.
Erkeklik uzvunun ucu, dolmakalem ucu şeklinde...
Tuhaf, desene bakarken aklıma bazı yazarların yüzü geldi.
Yazılarını yazarken yüzlerinin aldığı şekli hayal ettim.
Baruter adamı, başının altından itibaren çizdiği için, yüzü görünmüyor.
Ama ben görüyorum... Birçok yazarın yüzü gözümün önünde.
Hangi yazarların mı...
Hani şu her yazısından ona buna çakan, ona buna “geçiren”; akşam arkadaş grubunda, “Abi herife bir geçirdim, günlerce kendine gelemez” mavrası yapanlar; kaleminden kan damlayanlar... Ciddi, ağırbaşlı, kodu mu oturtanlar....
Lafını gediğine koyan...
Yazarken de, fanatik okurdan “Helal olsun abi” telefonu veya mail’i geldiğinde aldığı orgazmik zevki düşündüm.
Tam yerine oturuyor.
  
* * *

Haberin Devamı

Sonra, aynı desene bakarken, birden kendimi de bir pazar yazısı yazarken görmeyeyim mi.
Aaaa, aynı surat ya...
Sonra kendi kendime sordum:
Acaba biz yazıları neyimizle yazıyoruz...
O şeyimiz olmasa bile, o olağanüstü “libidomuzla” mı...
Evet abi, hepimiz oramızla yazıyoruz...
Ama annelerimiz hâlâ aklımızla yazdığımızı zannediyor...

Haberin Devamı

İnsan durup dururken yaşını söylemeli mi

BENDE tuhaf bir duygu oluştu.
Hiç gereği yokken, durup dururken yaşımı söylüyorum.
Benden biraz büyük, çok sevdiğim bir arkadaşım “Niye durup dururken yaşını söylüyorsun” diye kızıyor bana.
Hakikatten niye söylüyor olabilirim?
BİR: Genç göründüğümü zannedip, bununla övünmek için...
İKİ: Yaşımı söyleyecek kadar güçlü bir özgüven patlaması yaşadığım için.
ÜÇ: Hiçbiri, belki sıradan, alelade bir yaşlanma sendromu...
  
* * *

Jean-Louis Fournier (*) bu durumu çok güzel anlatıyor:
“Elli yaşıma kadar yaşımı söylemekten hiç çekinmedim. Sonraları kıvırmaya başladım.
İnsan yaşını söylemeli mi?
Evet, hiç ayıp değil. Yaşlıysanız bu sizin suçunuz değil.
Galiba itiraf edilirse hafifletici nedenlere hakkınız var.
Çok genç görünürken eğer yaşınızı itiraf ederseniz size aynı şekilde bakılmaz; genç görünen bir ihtiyara dönüşürsünüz.
Kişi olarak yakın incelemeye alınırsınız ve üzerinizde zamanın izleri aranır. Alınan önlemlere rağmen bulunur da.
Mutlaka bir ipucu, bir ayrıntı vardır; çene altında titreyen bir kırışıklık, harekette bir belirsizlik, beyaz bir kıl, elin üzerinde kahverengi bir leke...
Kendinizi gençleştirmektense, yaşınızı yalanlamaktan vazgeçip ihtiyarlayın. Artık yaşlı olduğunuzu söylemek için henüz genç olmanızdan yararlanın.
Gerçekten yaşlanınca bunu söylemenize gerek kalmayacak.
Kendiliğinden görülecek...”
  
* * *

Haberin Devamı

Yazıyı okuyunca kafam karıştı.
Atmış yaşından sonra yaşınızı söylemek iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi.
Bence boşverin...
Bakın Fournier bu çok eğlenceli kitabının başında ne yazmış:
“Benim büyükbabam öldü, dedem öldü, babam öldü.
Sanırım bu kalıtsal.”
  
* * *

Tahmin edin bakalım, şu an yazı bittiğinde yüzümde nasıl bir ifade var...
“Hı hı hııı” diye sesler çıkaran, insanınki ile sırtlanınkinin incecik sınırında, sırıtan bir ifade...
65 yaşındayım ve görüyor musunuz, 24 saat içinde ikinci defa bunu söylüyorum...
-----------------------
(*) Jean-Louis Fournier: “Son siyah saçım ve ihtiyar delikanlılara bazı öğütler”, YKY Yayınları, 2012

 

Yazarın Tüm Yazıları