Paylaş
Bu kentte perde açışının 10.yılını kutlamaya hazırlanan Türk tiyatrosu Objektif Sahne’nin daveti üzerine, birkaç tiyatrocu arkadaşımla geçen cuma sabahı İstanbul’dan Nürnberg’e uçtuk. Bir başka ülkede, başka bir kentte, toprağınızdan, sosyal faunanızdan uzakta ne yapar, ne hissedersiniz?
Yola hazırlıksız çıkan, eve hikâyesiz döner. Mesleki vesilelerle başlayan, imkânlar ölçüsünde keyfe keder seyahatlerle gelişen bir gezip görme yordamım var. Yola düşmeden, ufaktan bir APK (araştırma, planlama, koordinasyon) kafasına girer, gideceğim yere benden önce gitmiş arkadaşların önerilerini alır, internetten edindiğim bilgilerle meşrebime uygun öncelikler belirler, bir program oluştururum.
Hikayemi arıyorum
Gittiğim her yerde beni bir hikayenin beklediğini düşünürüm. Görünenin dışında, maksadın ötesinde, en az bir gerekçesi daha vardır her seyahatin. Eğer onu fark etmeden, bulmadan dönersem, seyahati yarım bırakmış, bir farkındalık fırsatını boşa harcamış olduğuma inanırım.
Bu kez plan program yapamadan, apar topar geldim bu kente. Evet, 10 yıl ayakta kalmış bir Türk tiyatrosunun mürüvvetini görmek için Nürnberg’deyim ama en az bir neden daha olmalı şimdi ve burada olmamı gerektiren. Gözümü, gönlümü dört açıp o nedeni, hikâyeyi bulmalıyım.
İlk günü yol, otele yerleşme, yemek telaşı ve akşam temsil izleme faaliyetiyle, ikinci günü de kar toplayan keskin ayazda Nürnberg çarşısında aylaklık ederek geçirdim. Görünmeyeni görmek için dikkatimi diri tuttum ama her şey sıradan göründü gözüme. Cumartesi günü çarşı gezmesine çıkmış aileler, soğuk havada birbirine sığınmış sevgililer, bir Avrupa klasiği sokak müzisyenleri, çarşı ortasına sıralanmış organik sebze-meyve tezgâhlarının önünde kümelenmiş yaşlılar, havada kesif bir glückwein -sıcak şarap- kokusu…
HAZIRLIKSIZ YAKALANDIM
Nerede beni buraya getiren asıl hikâye? Bir kuytudan göz kırpan küçük bir soru yahut sorusunu arayan bir yanıt, çalışılması gereken yeni bir ders! Neyi kaçırıyorum?
Gece tören de beklediğim gibi geçti. Tiyatronun 10 yıllık macerası, emeği geçenlerin konuşmaları, yerel yönetimin Türk tiyatrosuna desteği, çok- kültürlülüğe övgü, teşekkürler, plaketler… Tiyatronun uygar bir ülkede nasıl birleştirici bir unsur olduğuna bir kez daha tanıklık etmenin ferahlığı! “Darısı bizim memleketin başına”nın derin hüznü! Biri ucundan ısırılmış iki koca gün rüzgâr gibi geçti. Pazar! Akşamüstü memlekete döneceğiz. Hazırlıksızlığın hikâyesizliği... Ders buymuş demek! Arkadaşlar kahvaltıdan sonra “Müzeye gidiyoruz gelecek misin?” diye soruyorlar. Uçağa binmeden son bir deneme!
Hİtler İle Speer
Bir saat sonra ‘Eski Nazi Partisi Dökümantasyon Merkezi’nin önündeyiz. Hitler’in Baş Mimarı Albert Speer’in inşaa ettiği, Führer’in bir buçuk milyon partiliyi toplayarak gövde gösterisi yaptığı alanın yanı başındaki yapı, taştan bir bellek yükseliyor karşımızda.
Almanya’yı 2.Dünya Savaşı’na sürükleyen sürecin hikâyesi, yüzlerce yazılı ve görsel belge, muazzam bir düzen ve zeki bir tasarımla ziyaretçinin algısına sunuluyor. Merkezin içine, ziyaretçinin rehbersiz ilerleyebildiği ikinci bir iç konstrüksiyon giydirilmiş. Görmeniz, bakmanız gereken belge, resim ve video dışındaki alanlar gölgede bırakılmış. Bu ışık tasarımı sadece görsel hafızanızı değil, duygularınızı da yönlendiriyor. Hitler Almanyası’nın doğuşu, ihtişamı ve çöküşünü hazırlayan süreci hem içinden hem de muhakemenizi zedelemeyecek bir mesafede kalarak, dışardan izleminiz sağlanıyor. Güçlü, efektif bir bilgi ve duygu bombardımanı.
Nazizmle ilgili bilmediğim yeni bir şeyle karşılaşmadım burada ama bu kez meseleyi diyalektik bir bütün içinde kavrama fırsatı buldum. Hitler ve Baş Mimarı Albert Speer’in birlikte çekilmiş birkaç fotoğrafı da var müzede. En fazla onların önünde zaman geçirdim. Speer’in bakışları Hitler’inki gibi mağrur değil hiçbir fotoğrafta. Nazi döneminin Roma mimarisini andıran görkemli anıtsal yapılarını tasarlayan bu büyük mimarın gözlerinde, çoğu Nazi’de bulunmayan saklı bir hüzün var. İkisinin Berlin’in master planı modelini (Germenia) incelerken görüldükleri fotoğraf mesela; aynı modele bakmıyorlar sanki. Ya da aynı modelde farklı iki şey görüyor gibiler.
HİTLER’İN SONSUZ İHTİRASI
Dünyayı ele geçirmek için yanıp tutuşan bir lider ve anıtsal, aynı oranda işlevsel binalar tasarlayan bir büyük mimar. Hitler’in en eski arkadaşlarından biri Speer, gençken tanışmışlar. Bir siyasetçi ile bir sanatçı... Biri halkını tarihin gelmiş geçmiş en büyük toplu histeri krizine sürükledi, diğeri bu sürecin anıtsal görsellerini tasarlayıp inşaa etti. Hitler’in ihtirası intiharla sonlandı, Speer en büyük eserlerinden birinin kucağında, Nürnberg’de kurulan ilk Savaş Suçları Mahkemesi’nde yargılanıp mahkum edildi. Hapiste yıllarını kütüphaneler dolusu kitap okuyarak geçirdi. Çıktı ve 1981 yılında eceliyle göçtü dünyadan…
Nürnberg’de, Eski Nazi Partisi Dokümantasyon Merkezi’nin önünde, elimdeki kâğıt bardaktaki kahvenin sıcağıyla ayaza direnirken, Speer’in gözlerindeki hüznü düşünüyorum. Bir sanatçı, sanatı adına; sonuçlarını taşıyamayacağı bir sorumluluğu üstlenmeli midir? Ya da; sanatkârla zanaatkârı birbirinden ayıran şey, önceki soruyu soracak muhakeme kabiliyetine sahip olup, olmadıkları mıdır?
Doğru yanıtlar vermek için doğru sorular sormak zorundayız! Gittiğimiz yeni yerlerde bizi bekleyen yeni sorular var. Yanıtları zor olsa da; sorulacak yeni sorular!
Sorusuz kalmayın…
Paylaş