Müzik yazdırdı bu öyküleri

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yazdıklarını sevmemin gerekçelerinden biri de, onun eserlerinde her zaman müziğin sesini duymamdır. Müziğin izdüşümü her an kendini hissetirir onun eserlerinde.

Bu sene 21.’si düzenlenen Haldun Taner Öykü Ödülü’nü Gönlümün Şirazesi Bozuldu isimli öykü kitabıyla kazanan Hasan Özkılıç’ın kitabını da sevmemin sebeplerinden birisi bu. Zira edebiyatla müzik arasında her zaman bağ kurmaya ámade bir anlayışı savunduğumdan, Hasan Özkılıç’ın öyküler toplamı, bu anlayışın tam karşılığını veriyordu.

Birçok olayı, birçok kişiyi, yüz hatlarından çok, sevdikleri, dinledikleri, çaldıkları müzikle anımsarım.

Nehir söyleşide sık sık bu özelliğimi ortaya çıkardım. Aile bireylerimin dinlediği şarkıları, onların sevdiklerini yazdım, ne zaman o şarkıları dinlesem onlar gözümde canlanır.

Gönlümün Şirazesi Bozuldu kitabını, bir müzik çağrışımının izinde yaratıldığı için özellikle başarılı buldum.

Her sanat eserinin bir ateşleyicisi vardır, Gönlümün Şirazesi Bozuldu’nun ateşleyicisi ne?

"(...) İşte bunları anlatıyordum, yemeklerde, sohbetlerde çoğunluk yazar arkadaşlarıma. Onlar da hep, bunu yaz, mutlaka yaz diyorlardı, ama ben yazamıyordum. Başka hikáyeler yazıyordum, ta ki radyoda bir reklamı duyup da, sözü edilen ürünü satın almaya karar verdiğim güne kadar. O reklamda, TRT’nin arşivinden derlenen ve otuz üç halk müziği sanatçısının okuduğu üç CD’de toplanmış kırk iki uzun havanın, bozlağın duyurusu yapılıyordu. Bu halk sanatçılarını çocukluğumdan biliyordum. Sesleri, okudukları türküler, uzun havalar kulağımda, gönlümde olan sanatçılardı. Aldım bu CD’yi ve çok eskilere gittim dinledikçe. Unuttuğum birçok anı, yaşanmışlıklar, duygular; çocukluk arkadaşlarım, dostlarım, birlikte yollara düştüklerim, ilk sevdalar birer birer yeniden canlandı; yeniden yaşadım o günleri. Sonra, bir 25 Mayıs günü defterimin bir sayfasından başladım, ilk öyküyü yazmaya koyuldum. Son ve dokuzuncu öyküyü de yazıp bitirdiğimde tarih 11 Haziran’dı. (...)

Hayat ne garip!... Demek ki bendeki bu duyguları, bu birikmişliği bir tetikleyen gerekliydi, bir rastlantı sonucu onu buldum. Eğer bir araba yolculuğunda, TRT 4’te, o duyuruyu dinlememiş olsaydım, bu öyküler belki de hiçbir zaman yazılmayacaktı. Ne rastlantı!.."

Özkılıç’
ın tahkiye sanatındaki başarısı nereden kaynaklanıyor?

Bir kaynağa, bir çağrışıma dayanarak yazdıklarınız çoğu zaman onun sınırları içine hapsolur, adeta bir duygu birikimini sergilemekle yetinirsiniz. Oysa, Özkılıç, bu çağrışımı, imgelerle, yaşantısından notlarla, bir ülkenin insan tarihiyle yoğurarak özgün bir metin ortaya koyuyor.

Başka bir açıdan bu öykülere yaklaşmak istiyorum.

Bir zamanlar çok okunan, sonra da modası geçti denilen -ki hiçbir zaman bu kanatte olmadım, ustalar hálá yaşıyor- köy romanına/edebiyatına, yeni bir içerik, yeni bir bakış açısı, çağdaş bir yazım biçimi geliyor.

Bu türkülerin coğrafyasına, öylesine güzel işliyor ki, bir köy hikáyeleri olarak bakabilirsiniz bunlara, tabii bakmayabilirsiniz de. Çünkü güncelliğin dozu, kıvamı iyi hazırlanmış.

Doğu’nun, etnik bir kültürün yaşamından seslerin tınısı var bu öykülerde.

Gerçek, yaşanmış olaylar, sanki bütünlenmek için bir yerden bir ses bekliyor, sanki sessizliğin kahredici havasının yok olması için.

Onda müziğin vazgeçilmezliğini sevdim.

Orada Yollarda kitabındaki "Uzayıp giden tren yolları"nı o saba makamının alçakgönüllü bestesini ne çok dinlerim, ne çok yazımda anmışımdır.

Özkılıç da o dizeyi çok seviyor; "açılıp sarmayan yarin kolları."

Gene ünlü bir türkünün adıdır öyküsüne ad veren. Şerul’da Beklemek’in içindeki Yárim İstanbul’u öyküsü.

Ona ödül alan kitabı yazdıran uzun havaların hepsini diledim, o CD’yi de, üstelik ben oradaki adların kendilerinden dinlemiştim türküleri.

Aziz Şenses’i gördüm, hiç unutmadığım bir uzun havası vardır. "Kara bahtım kem talihim" diye başlar, onun adıyla anılır.

Diyarbakırlı Celál Güzelses’i de taş plaktan, 78’likten dinledim, unutamadığım bir türküydü, Türk müziği sazlarıyla çalınmıştı:

"Diyarbakır dört kapı

Git bak o yar ne yapı

Beni gördüğü zaman

Başka sokağa sapı"

Türkülerin, özellikle, o coğrafyanın feryadı saydığım uzun havaların öyküleri içinde özellikle çok beğendiğim mutlaka okunması gerekenler var. Onları anmalıyım mutlaka.

Diyarbekir Dolar Şimdi, Diyarbekir diye yazılır değil mi, onun da anlamı vardır, aidiyeti vardır.

Kitaba adını veren, Gönlümün Şirazesi Bozuldu ve Kelkit’in Altı Bağlar. Uzun havaların tetiklediği bu öyküleri özel bir dikkatle okumalısınız. Benim okurlara salık vereceğim bir husus daha var.

Bu öyküleri okurken, bu uzun havaları da dinlemelisiniz. Nedenine katılacaksınız.

Çünkü bir müzik parçasından, hele uzun havadan nasıl bir öykü yaratılacağını görmek gerekir.

Daha da önemlisi, müzikle edebiyatın bir arada nasıl güzel öyküler yarattığını bir edebiyat dersi gibi okuyacaksınız.

Şimdi geniş okur kitlesine, Köy Edebiyatı’na burun kıvıranlara mesajım var.

O edebiyat olmasaydı, Hasan Özkılıç gibi bir yazar bugün ortaya çıkmazdı. Modern bir yazarın edebiyat tarihi içinde yer alan bir türü, bir akımı, bir havayı bugün aynı coğrafyada yeniden yaratması, her edebiyat okurunu, köy, köy edebiyatı ve Doğu üzerine yeniden düşündürecektir.

Haldun Taner Ödülü’nü kazanan bu öyküleri okuyun, ondan sonra diğer kitaplarını da arayacak, okuyacaksınız.

Hasan Özkılıç’ın 13 Ekim 2008’de düzenlenen ödül törenindeki konuşması

OTUZ YILDAN FAZLADIR YAZIYORUM VE DÜŞÜNÜYORUM


’70’lerde yazmaya başlamak, ’70’lerde üretmek sonuçta bir geçmişin, bir dönemin içinden gelmek demektir. Ben 1951 doğumluyum ve ’70’lerden bugüne yazıyorum. Sonuçta Sabahattin Ali’den, Sait Faik’ten, Haldun Taner’den bugüne kadar gelen bir geleneğin içindeyim ve yazdıklarımda yaşadıklarımın ve ülkemin yaşadıklarının, doğduğum büyüdüğüm toplumun insanların yaşadıklarının izleri var. Haldun Taner de aynı şeyi söylüyordu, "Eğer yazdıklarınızda çevreniz, ülkeniz yoksa, çevrenizdeki insanların, içinde bulunduğunuz toplumun izleri yoksa siz doğru bir edebiyat yapamıyorsunuz demektir" diyordu. "Batılı bir yazar aynı zamanda bir düşünürdür" diyordu. Fakat buradaki düşünür bilimsel anlamdaki düşünür olmak değil. Ülkeni düşünmek, dünyayı düşünmek, buralarda yaşananları düşünmekle alakalı bir cümleydi. Ben de bunun için otuz yıldan fazladır emek harcıyorum. Ben otuz yıldan fazladır yazıyorum ve düşünüyorum. Ülkemi, insanımı, toplumumu. Sonuçta böyle ödüllendirilmek de beni ayrıca gururlandırıyor.

Geçtiğimiiz günlerde yapılan bir röportajda, küçükken Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı’nı kiremit fabrikasında çalışan babama, anama, kız kardeşime okuduğumu ve onların kahkahalarla güldüğünü anlatmıştım. Aradan geçen yıllardan sonra bir gün bu ödülü alacağım aklımdan bile geçmiyordu elbette. Yıllar önce öyküsünü okuduğum bir yazar adına verilmiş bir ödülü özellikle de çok kıymetli bir seçici kurulun beğenisi sonrası almaktan çok gurur duyuyorum. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Tahir Musa CeylanKestane Kıranında KadınlarKanat Kitap

John BergerA’dan X’eMetis

H. Bahadır TürkŞirket ve Parti - Genç Parti ve Yeni Siyasetİletişim

Arnon CrunbergTirza Alef Yayınları

Zeki TezKağıdın ve Matbaanın Kültürel TarihiDoruk
Yazarın Tüm Yazıları